3 Mart 2009 Salı

Need For Speed : Undercover


Yapımcı : EA Blackbox
Dağıtıcı : EA
Çıkış Tarihi : 21 Kasım 2008


Mutlaka vardır çevrenizde; sürekli adrenalin salgılayan, içi kıpır kıpır insanlar. Kontrolü ele aldıklarında bırakın son model arabaları 58 model chevrolet’i bile bir canavara çevirirler. İşte o chevrolet bir canavara dönüştüğünde yan koltukta gözleri kapalı bir şekilde, arabaya sımsıkı yapışan sizseniz vay halinize! Değil mi ama? Hepimizin içinde az-buçuk vardır hız tutkusu. Aynı zamanda ona engel olan korkularımız. İşte sırf bu yüzden hep içimizde kalmıştır 150’nin üstüne çıkmak. Belki yerini tutmayacak ama sanal ortamda bunu yapmak mümkün. Tabi ya Need For Speed diye bir şey var. En azından tehlikeli değil. Ya da öyleydi. Zira şu sıralar Need For Speed oynamak fena halde tehlikeli. Akıllara zarar valla. Ruh halinizi bir düşünün. Hadi şimdi gidin atlayın bir BMW’ye ve adam gibi ölün. En azından acı çekerek kafayı üşütmekten iyidir. Şakası bir yana EA’nin başarısız simülasyon denemesi Pro Street, Need For Speed markasına bir çamur gibi yapıştı. Marka diyorum çünkü hala bu ismi duyduğunuzda ne kadar heyecanlandığınızı tahmin edebiliyorum. Öte yandan itiraf etmeliyim bende aynı duydular içerisindeydim. Bu yüzden serinin durumunu biraz dramatikleştirirken bir art niyetimin olduğunu sanmayın. Ne diyorduk? Ha! Pro Street’ten kısa süre sonra duyurulan Undercover işte bizleri böyle heyecanlandırmıştı. İlk gelen görüntüler ve videolarla oldukça etkilenmiştik, hatta Most Wanted’a benzediği yönüyle serinin geleceği hakkında birçok tahminde bulunmuştuk ki, her sene başımıza gelen olay yine es geçmedi. Tahminler her zamanki gibi olumluyken, oyun sonrası düşünceler yine aynı.

Need For Speed serilerinde genellikle sokak yarışçısı ya da profesyonel pist sürücüsü olarak hayat bulduk ve bu senaryo boyunca polislerle birçok kez mücadelelere girdik. Yeni oyunda ise, roller tam tersine dönüyor ve polis olarak göreve başlıyoruz. Görevler boyunca sokak mafyalarının yaptıkları kirli işleri ortaya çıkarıyoruz. Ve tabi görevleri gerçekleştirirken birbirinden güzel bayanları görme fırsatı yakalıyoruz. Bu bayanların en başında filmlerden hatırladığımız ünlü manken Maggie Q geliyor. Böylece oyunu katlanmak için önümüzde güzel bir sebep beliriyor. Ancak maalesef bu güzel bayanımızda konuya doğru düzgün yedirilememiş. Çünkü senaryo haddinden fazla anlaşılmaz ve karmaşık bir yapıda. Senaryoda bir sürü açık olduğu gibi birbiriyle alakasız bir sürü durum söz konusu.
Oyunu açtığımızda her Need For Speed oyununda olduğu gibi videolar karşımıza çıkıyor. Görevlere genellikle Most Wanted:’da olduğu gibi videoların bittiği yerden başlıyoruz. Oyuna başlar başlamaz ilk gözümüze çarpan oyunun 2000’li yıllardan kalma grafik motoru oluyor. Oyundaki modellemeler ve kaplamalar fena halde kötü. Harita eski Need For Speed oyunlarına göre birkaç kat büyükken, bu kadar ruhsuz bir şehir ve bayıcı tasarımlar görmek, haritanın büyüklüğünü neredeyse yok etmiş. En başta oyundaki renkler gerçekten feci halde sıkıcı cinsten. Sürekli aynı tip ve koyu renkler kullanılmış. Sokak ve bina duvarlarından tutunda yol ve gök modellemesine kadar sürekli mor, siyah ve kahverengi renklerin kullanılması birbirini sürekli tekrar eden bölgelere dönüşmüş. İşte bu yüzden harita ne kadar büyük olursa olsun, çevredeki farklılıklar sanki birkaç ağaç ve bina sayısının eksikliğiymiş gibi geliyor insana. Aynı zamanda çevredeki evlerin kaplamalarında bırakın pürüzlü bir tasarımın olmasını, sürekli aynı tip evler görüyorsunuz. Hele bir ağaç ve çalı tasarımları var çok açık söylüyorum paint’te çizilmiş hissi uyandırıyor. 2 boyutlu olmaları bir kenara kağıt karton gibi duruyorlar. Oysa bu kadar boş tasarım içinde ağaçların yapraklarına rüzgarla birlikte oynama efektti filan verilse en azından şehirde bir canlılık görülebilirdi. Şehrin ruhsuz olduğunu söylemiştim, evet bunu perçinleyen ikinci bir somut delilse, çevrede hiçbir insanın olmayışı. Ne çevrede kaldırımda yürüyen ne de yarışları bir kenarda talip eden insanlar var. Hangi çağda yaşıyoruz anlamıyorum, çevrede insanın olmadığı koca bir şehir ne işe yarar ki? Bu artık oyunlarda klasik haline gelmesi gereken, küçük bir çocuğun bile göz ardı edemeyeceği bir özellikken, sabıkalı oyun stüdyosu Black Box bunu nasıl göz ardı ediyor anlamak gerçekten güç. Bunların yanı sıra oyunun tamamı gündüz saatlerde geçiyor. Pro Street’i seriden baya farklı olduğu için görmezden gelirsek, Need For Speed oyunlarında gece-gündüz-gece şeklinde belirli bir oyun düzeni var. Undercover’da da halka aynı şekilde devam ediyor. Oyun gündüz saat aralıklarında geçtiği için gölgelendirme ve ışık çarpması gibi özellikleri rahatlıkla görebiliyoruz. Oyunda ışık vurması başarılı bir şekilde tasarlanmış. Özellikle araçlarla giderken arabanın arkasına çarpan güneş ışıklarını rahatlıkla görebiliyorsunuz. Aynı zamanda ağaçların ya da çalılıkların arasından sızan ışıkları görmek mümkün. Işık çarpması bu derece başarılıyken, gölgelendirmenin bu kadar başarılı olduğunu söyleyemeyeceğim. Bilhassa ağaçların sonra arabaların gölgeleri oyuna tam anlamıyla yedirilememiş. Tüm bunlardan anlaşılıyor ki, Black Box’ın GPS sistemiyle ancak çözülebilen devasa haritası, sürekli aynı renklerin kullanılması ve boş tasarımlarıyla birçok noktada sınıfta kalıyor.

Need For Speed Undercover harika kızlarından sonra arabaları için oynanılmaya değer. Her Need For Speed oyununda olduğu gibi piyasadaki birçok canavarı kullanabiliyoruz. Oyunda tamı tamına 57 adet birbirinden güzel arabalar yer alıyor. Bunlardan Porsche serisi arabaları, Nissan 350z, GTR, Lamborghini, Lotus Elise ve Toyota Supra gibi arabalar başı çekiyor. Bölümler ilerleyip, suçluları saf dışı bıraktıkça yeni arabalar alçılıyor. Ancak maalesef arabaların performansları oyuna iyi bir şekilde aktarılamamış. GTR kullandığınız halde peşinizdeki polislerden kurtulmak çok saçma bir hale dönüşüyor. Polisler haddinden fazla peşinizde kalıyor ve size çabucak yetişiyorlar. Ayrıca geniş açılı kamerayla sıkı anlamda takibe aldım; peşimize düşen polisler çevredeki arabalara çok nadiren çarpıyorlar (hoş zaten ne kadar araba var ki) ve yolda neredeyse tekerlekleri dahi dönmeden hareket ediyorlar. Bu yönüyle de oyun saçma bir düzene giriş yapıyor. Buna ek olarak neden peşimize polisler takılıyor diye soracak olursanız, inanın bende anlamadım! Yazının başında da dediğim gibi senaryoda birçok ismi konulamayan ve kapatılamayan açıklar ve saçmalamalar var. Açıkçası zaten Pro Street’de belirlenen oyun adından ve kurulan senaryodan sonra, iyi bir senaryo beklemiyordum oyundan. Araç kullanımı bu şekildeyken araç tasarımları ortalamanın üzerinde. Carbon’da olduğu gibi cam gibi değiller ancak Most Wanted’daki kadar başarılı olduğunu söyleyemeyeceğim. Ayrıca unutmadan, oyundaki modify seçenekleri oldukça yeterli düzeyde. Jant, kaput, renk, performans, turbo ve daha birçok ayarlamayı yapabiliyoruz. Ancak itiraf etmeliyim, Carbon’daki kadar özgür değilsiniz. Zaten Carbon’daki mofiy seçenekleri bir yerden sonra saçmalıyordu. Sonuç olarak; güncel araçların bulunması ve yeterli seviyedeki modifikasyon seçenekleriyle Undercover, bu konuda çok yüksek olmasa da, diğer özelliklerine göre iyi puan almayı hak ediyor.
Mod’larıyla Undercover
Undercover, diğer yarış oyunlarında görmeye alıştığımız mod’lardan farklı yeni mod’lar oyuna sunuyor. Ancak tabi ki, bu mod’lar yarış oyunlarında devrim yaratacak cinsten değil. Kayda değer mdo’lar arasında bir dakika modu ve rakibe yetişme modları oyunculuk seviyenizi yükseltmeye yarayacak türde. Bir dakika modunda, rakibi bir dakika içinde geçmeniz gerekiyor. Rakibe yetişme modunda ise belirli zaman ve yol aralıklarında rakibe yetişmeye çalışıyorsunuz. Diğer mod’larda ise polislerden kaçmak ve izinize kaybettirmek gibi çeşitlilikler var. Bu son iki modu arkadaşlarınızla oynamak oyunu tüm bu özelliklerine rağmen eğlenceli kılabiliyor. Zaten kolay ve basit oynanabilirliğe ve yapay zekasıyla oyunda tek kişili olarak pek fazla zaman harcayacağınızı düşünmüyorum. Bu yüzden oyunu çoklu olarak oynamak tek seçenek. Ancak bunun içinde oyunun kötü ötesi grafiklerine katlanabilmeniz gerek. Eğer gözüm kapalı araba sürerim diyorsanız çoklu olarak denemenizde fayda görüyorum. Genel olarak orta seviyelerdeki zorluk seviyesiyle önümüze çıkan Undercover oynayış olarak çok gerilerde. Şehrin hareketsiz olması, başarısız grafikler, atlanılan birçok nokta ve oyunun genelinde mevcut eksiklikler dolaysısıyla Undercover oynayış olarak geçer not alamıyor ve bu serinin hayal kırıklıkları başlığı altında güzel bir yere çakılıyor.

Final Bölümü
Sonuç ne olursa olsun, nedenini, nasıl olduğunu bilmeden bir anda kendimizi bu üç kelimenin ortasında buluyoruz. Bu seri oyunları son zamanlarda ne kadar kötü olsada bir şekilde bizleri içine çekiyor. Hatta oyunun çıktığı haftada aldığı bunca olumsuz yoruma rağmen satış listelerinde hala ilk üçe girebiliyor olması bunu kanıtlar nitelikte. Ama bunun da bir yere kadar gidip, orda tıkanıp kalacağı şüphesiz. Ayrıca EA Undercover başarısızlığından sonra Black Box stüdyosunu kapatarak en büyük cezayı çalışanlara verdi sanırım. 1000 kişiye yakın çalışan, sevilen bir isim ve harcanan onca parayla bu isim nasıl bu hale getirildi, gerçekten düşünmek gerek. Sonuç olarak belki firma değişikliğiyle Need For Speed kendine gelebilir ancak bunu yine zaman gösterecek. Şuan incelemesini yaptığım Undercover’sa bu markanın en başarısız oyunlarından biri olarak hafızamıza kazınıyor.

Pure


Yapımcı : Black Rock Studio
Yayıncı : Disney
Çıkış Tarihi : 26 Eylül 2008


Sıradan hareketsiz bir insanın bile kalça kaslarını forma sokacak bir oyun. Öyle şahane ki havada uçarken kendinizi kasmaktan bir süre sonra forma girdiğinizi hissedeceksiniz. Grafiklerimiz çok çok güzel. Race Driver Grid den alışık olduğumuz bize hızı hissettiren kamera modumuz mevcut. Oyunumuzda hem dünya turu yapıyor ve her ülkeden yarışçılarla kapışıyoruz. Aynı zamanda puanlar toplayarak hem extra envanterler toplayabiliyoruz, hem de hazırda bulunan parçaları kazandığımız paralarla alabiliyoruz. Atv motorumuzun her bir parçasını ayrı ayrı satın alabiliriz. Çok iyi bir motorda yarışmamız pek bir şey ifade etmiyor. Aynı zamanda bu motor üzerinde çok iyi manevralar yapabilecek bir motor olması lazım. Hızlı, güçlü, kullanılabilir ve en önemlisi bu özelliklerinin yanı sıra cambazlık yapmaya elverişli bir motor şart. Hareket demişken oyunun en zevk alınan bölümü kaymağı da diyebileceğimiz havada yaptığımız şovlar bize daha deli hareketler yapmamıza imkan veren 3 ayrı modu ve bonus modu aktif ediyor. Bu deli hareketler bize bölüm bitiminde yüksek puan kazandırıyor. Bu da demek oluyor ki daha iyi envanterler bize sunulacak ve rakiplerimizden bir adım önde olacağız. Aslında ilk başta oyundan çok motorumuzu yaparken çok eğleneceksiniz. Fren balatalarının modelinden rengine markasına kadar en ufak detayı bile atlamamaları, sıfırdan bir motor oluşturmamıza imkan vermeleri çok hoşuma gitti. Bir birinden farklı yarışçılarımız ve onların farklı farklı tarzları var hepsini görmeye imkan bulamadım tabiî ki. Ama hareketleri yapmak başta da bahsettiğim gibi kalça kası sıkmamızı gerektiriyor. Sandalyemden ayağa kalktığım bile oldu ara ara o derece. Neyse sözü fazla uzatmayayım videoyu izleyin (hiç abartı yok aynen öyle oyun) görün.
Minimum Sistem Gereksinimleri
İşlemci : Intel® Pentium® 4 processor, AMD Athlon™ processor. Processor Speed 2GHz
İşletim Sistemi : Windows Vista, Windows XP
RAM : 1GB
Harddisk Alanı : 3GB Video
Ekran Kartı : 128MB DirectX 9.0c-compatible 3D video card supporting Shaders 3.0
Ses Kartı : DirectX 9.0c-compatible sound card
Sürücü : DVD-ROM 8x.





C4 Robot


Türk yapımı oyunların sayısı hızla artmaya devam ediyor.İnceleyeceğimiz C4 Robot oyunu da bu türün son örneği olarak karşımıza çıkıyor. Bu oyunda Mevlüt Dinç’in önderliğinde Kabus 22′den tanıdığımız Yasin ve Yakup Demirden kardeşler tarafından geliştirildi.
Oyuna resmi internet sitesi olan c4robot.com adresinden ulaşıyoruz. 150 MB lık dosyayı çekerken sitede yer alan kayıt formunu da doldurmamız gerekiyor. Kayıt olarak yaptığımız derecelerin sıralama tablosunda yer almasını sağlıyoruz.
Oyunun isminden de anlaşılacağı gibi oyunda Citron C4 marka arabayı kullanıyoruz. Arabanın reklamlarında yer alan robotta oyunda yer alıyor. Reklam olduğu gibi oyunda da arabanın roboto dönüşme olayının başarılı bir şekilde yapıldığını görüyoruz.
Oyunda İstanbul’da yarışıyoruz. Boğaziçi Köprüsü’nden başlayan parkur Beylerbeyi ve Marmaray’ı takip ederek tekrar Boğaziçi Köprüsü’nde son buluyor.

Oyunda en iyi süreyi yapmaya çalışıyoruz. Pistin etrafında 2 tur atmamız isteniyor. Yarışırken parkurda yer alan yeşil,mavi ve kırmızı turbo gücünü artırıcı nesneleri toplamamız gerekiyor. Bu nesneleri toplayarak arabamızı daha hızlı bir şekilde kullanabiliyoruz.
Oyunda yer alan keskin virajlarda ya da engilli yollarda robota dönüşerek daha rahat bir şekilde ilerleyebiliyoruz. Robot arabaya göre daha yavaaş olsa da manevra kaabiliyetinin daha iyi olduğunu söyleyebilirim.
Görsel olarak C4 Robot başarılı bir oyun olarak karşımıza çıkıyor. Boğaz köprüsünü, Beylerbeyi’ni ve tamamlanmamış olan Marmaray’ı şimdiden görebiliyoruz. Özellikle çevre de yer alan detaylarda dikkat çekiyor. Tasarım ve grafik olarak oyunun başarılı olduğu görülüyor. Ayrıca oyunda güzel bir kokpit kamerası bizleri bekliyor.

Oyunun kontrol sistemi oldukça basit. Yön tuşları ile ilerken, Space ile el freni, S tuşu ile turbo, G tuşu ile de arabadan robota dönüşme işlemini gerçekleştiriyoruz. Robotu kontrol ederken S tuşu ile zıplayabiliyoruz. Ayrıca kamera açısını değiştirmek için de C tuşuna basıyoruz.
Türk yapımı bir reklam oyunu olan C4 Robot, bizim beğenimizi kazanıyor. İleride bu grafik motoru üzerine yapılmış Türk yapımı yarış oyunları görmeyi umut ediyor ve incelememizi burada noktalıyoruz.

Race Driver : Grid


Yapımcı : Cedemasters
Yayımcı : Cedemasters
Çıkış Tarihi : 30 Mayıs 2008
Platform : PS3, PC, XBOX 360, Nintendo DS
Minimum Sistem Gereksinimleri
İşemci : AMD Athlon 64 3000+ / Pentium 4 3,0GHz
RAM : 1024 MB
Ekran Kartı : 256 MB
Harddisk : 12,5 GB boş alan

Yarış oyunlarının usta firmalarından olan Codemaster, Race Driver Grid ile PC ve konsollarda karşımıza çıkıyor. En son Colin Mcrae Dirty ile beğeni kazanan firma, Grid ile bizi tozlu topraklı yollardan alıp kıran kırana geçen pist yarışlarının içine sokuyor.
Oyun şık bir menü ile karşımıza çıkıyor. Oyuna ilk giriş yaptığınızda sizden bir profil oluşturmanız isteniyor. Profil oluştururken oyunun size hitap edeceği bir isim seçiyorsunuz.
Kaydetmeler sırasında oyunda yaptığınız en iyi süreler ve toplam birincilikler gibi istatistiksel verileri ekranda ard arda slaytlar şeklinde görüyoruz.

Oyunun ana menüsünde Grid Word, Race Day ve Multiplayer seçenekleri dikkatimizi çekiyor. Grid Word oyunun ana kısmı olarak karşımıza çıkıyor. Grid Word seçeneğine girerek bize gelen yarış tekliflerini görebiliyoruz. Teklifler üç tane farklı bölgeden geliyor. Bu bölgeler Amerika, Avrupa ve Japonya olarak ayrılıyor. Yarış seçeneklerinden herhangi birini seçerek bizden neler istendiğini detaylı olarak görebiliyoruz. Kabul ettiğimiz yarışlarda arabalarda bize gelen tekliflerde belirleniyor. Bu tekliflerde yapmamız gereken ana hedefin dışında bonus objelerde bulunuyor. Bonus objeleri de yerine getirerek çok daha fazla para kazanmış oluyoruz. Bazı yarışlarda takım arkadaşlarımızla beraber de yarışıyoruz. Başarılı olduğumuz yarışlardan sonra daha yüksek para teklifli yarışlar bize ulaşıyor.
Race Day seçeneğinde ise mevcut açılmış arabalar içinden istediğimiz herhangi biriyle beğendimiz pist veya oyun türünde yarışıyoruz. Oyunda farklı oyun türleri yer alıyor. Bu türler ile belirlenmiş araba sınıfları da bulunuyor. Bu modlar arasında zaman yarışları, drift ve sprint yarışları mevcut. Özellikle 24 saat zaman yarışlarında gündüz başladığımız yarış ertesi sabahın ilk ışıklarına kadar sürüyor.
Oyun kariyer modunda 24 saatlik uzun zaman dilimini 24 dakika içinde oynamaktayız. Dayanabilirsek bunu gerçekten 24 saat olarak da yapabilme şansımız var.


Oyunda 43 tane araç ve 15 tane farklı pist bulunuyor. Oyunda yer alan araçlar arasında BMW ve Ford gibi ünlü araba modelleri bulunuyor. Spor arabalar dışında GP2 ve F1000 araçları bulunuyor. Oyunda bulunan 15 tane pistin içinde İstanbul Park’ta yer alıyor. Pistlerin ayrıca oyunda farklı versiyonları da bulunuyor. Mesela oyunda yer alan Nurnberg pisti için üç tane farklı pist bulunuyor.
Oyunda yarışlar esnasında ayrıca özel bir replay modu da bulunuyor. Kaza ya da hata yaptığınız anlarda 15 saniye geriye alarak kaldığınız yerden devam edebiliyorsunuz. Bu hakkın sınırsız olmadığını da belirtmek isterim. Doğru zamana dönmeyi başarırsanız aynı kazaları yaşamadan oyuna devam edebilirsiniz. Multiplayer modda ise bu özelliği doğal olarak kullanamıyoruz.
Oyun Colin Mcrea Dirty ile aynı olan Neon grafik motorunu kullanıyor. Neon grafik motoru Dirty’e göre daha fazla geliştirilmiş olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle pistlerin oldukça gerçekçi detaylarla hazırlandığını görüyoruz. Oyunda arabalar da görsel olarak başarı ile hazırlanmış. Arabaların kokpit açıları da oldukça iyi. Kokpit kamerasındayken vites değiştirmeniz, gaza basmanız veya frene basmanız gibi hoş detayları da rahatlıkla görebiliyoruz. Oyunun akıcılığı ve çevrenin uyumuyla hız hissini fazlasıyla yaşadığımızı söyleyebiliriz. Hız hissinin bu kadar iyi yansıtılması oyundan alacağınız tadı da artırıyor. Grid’de oldukça başarılı bir hasar modellemesiyle karşılaşıyoruz. Son sürat giderken çarptığımız lastik bariyerlerin dağılmasına şahit olabiliyoruz. Arabaların deformasyonu da oldukça başarılı olmuş. 3 tur atmamız gereken bir pistte ilk turda meydana gelen kazaların parçalarının hala yerde durması ve etkileşim halinde olması da gerçekçilik adına oyuna artı değer kazandıran bir unsur oluyor. Hasar sadece arabaların dış kısımlarında değil içerdeki parçalarada yansıyor. Arabaların camları, göstergeleri ve dikiz aynaları da çarpmanın şiddetine göre kullanılamaz hale gelebiliyor.


Oyunda araçların sesleri başarılı bir şekilde yansıtılmış. Kaza yaptığınız anlarda arabalardan gelen seslerde gerçekçi bir bütünlük sağlıyor. Menü müzikleride oyunun yapısına uygun bir şekilde seçilmiş.
Oyun arcade tabanlı olarak hazırlanmış olsa da ayarlarda yardımcı unsurların bazılarını kapatarak az da olsa oyuna simulasyon özelliği kazandırabiliyoruz. Oyunda keskin virajları dönerken el frenini fazlasıyla kullanmanız gerekiyor. Oyunda yer alan hasar modellemesi sayesinde yarışlarda gerçekçi tepkilerle karşılaşıyoruz. Arkanızdan vuran araçlar kontrolünüzü kaybedip savrulmanıza neden olabiliyor. Ayrıca büyük hasarlı kazalar yaptığınızda hız göstergesinin hemen yanında yer alan ufak simgeler arabanızın genel aksağanında meydana gelen hasar oranını gösteriyor. Direksiyon logosuna gelen bir hasar da direksiyon kontrolü zorlaşırken lastikleri gösteren göstergelere gelecek bir hasar da arabanın genel kontrolünün güçleşmesine neden oluyor. Oyunda yarışlar oldukça zorlu geçiyor. Yapay zeka önünüze geçmek için elinden geleni yapıyor. Bazen buna sportmenlik dışı da sayabileceğimiz arkadan arabanın dengesini bozabilecek ufak dokunuşlarda da bulunuyor. Keskin virajlara girerken kontrollü girmeniz oldukça önemli. Yaptığımız hataları ve kazaları replay moduyla geri alabiliyor olmamız bu hataları telefi etmemizi sağlayabiliyor. Oyunun tek kişilik modu da doyurucu bir içeriğe sahip. Grid, genel olarak sokak yarışlarını barındırsa da aslında sadece sokak yarışlarından ibaret değil. Grid, oynanabilirlik olarak ilk başta zorlasa da oyunun kontrol sistemine alıştıkça size oldukça keyifli yarışlar sunacaktır.

NHL 09


Yapımcı : EA Games
Dağıtıcı : EA Games
Çıkış Tarihi : 24 Ekim 2008

Bildiğiniz üzere –yada bilmediğiniz- buz hokeyi bizim için pek tanıdık olmayan yabancı bir spor. En fazla olimpiyatlarda karşımıza çakan buz hokeyi genellikle Kanada, Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, İsveç, Finlandiya gibi genellikle uzun aylar boyunca kış mevsimini yaşayan ülkelerde yaygın bir spor. Kimsede bunun farklı olmasını bekleyemezdi zaten. Kısmen de olsa bir Akdeniz ülkesi olduğumuzu düşünürsek, buz hokeyinin bize uzak görünmesi yada futbol kadar yakın olmaması çok normaldir. Bütün bunları düşünürken internette yaptığım bir araştırma sonrası, ülkemizde de buz hokeyinin oynandığını bir federasyonun olduğunu (TBHF) ve maçların yapıldığı liglerin olduğunu öğrendiğimde çok şaşırdım. Evet bir federasyon vardı belki ama tanınmışlık “rugby” kadar azdı.
Genel olarak buz hokeyi: buz üzerinde beşer kişilik oyuncular tarafından oynanan, pak’ı rakip kalesine sokup sayı kazanmak üzere oynan bir oyun tabi oyununda kendi içerisinde belli bazı kuralları var.
İncelemesini okuyacağınız oyun NHL 09. Bilmeyenler için NHL National Hockey League kısaltılmış hali ve birleşik devletlerde buz hokeyinin en elit oyuncularının ve en vitrin takımlarının yer aldığı lig. NBA’de olduğu gibi iki konferansa bölünmüş durumda ve her konferansta 15 takım yer alıyor. Ayrıca NHL ile ilgili olanlar Stanley Cup’ın ne kadar önemli ve prestijli bir kupa olduğunu bilir. Bunu futboldaki şampiyonlar ligi kupası gibi düşünebilirsiniz.NHL dünyadaki en iyi buz hokeyi oyuncularının buluşma yeri olunca bize de NHL’in her yıl çıkan geleneksel olan oyununu bu yılda oynamak düşüyor. 2000 yılından beri oynadığım NHL serisinde nedense hala o ilk oyunu unutamadığımı vurgulamam gerek.Kavgalar çekişmeli maçlar çözmeye çalıştığım kurallar taktikler hepsi güzel bir anı defterindeki hatıralar gibi gözümün önüne geliyor.

NHL 09’da öncelikle ne açılış ekranı ne ana menüsü en ara birimleri dikkatimi çekiyor. Hoparlörden gelen bir müzikler öylesine hoşuma gidiyor ki daha oyuna girer girmez oyunun bütün soundtracklarını indiriyorum bilgisayarıma hepside önceden dinlediğim grupların en güzel parçalarından oluşmuş çok güzel şarkılar. Oyunun menüleri arasında ayar yaparken yada taktiklerle uğraşırken bu müzikleri sıklıkla duyuyorsunuz ve ben kendi adıma çok beğendiğimi söylemek istiyorum.Oyun son senelerdeki gibi düz ve sıkıcı menü sistemine sahip yazı fontları olsun görsellik olsun insana tekdüze geliyor ve buralarda zaman geçirmek istemiyorsunuz müziklerde olmasa bir dakika duracağımı sanmam dedirtiyor insana.Menü sistemin geçen senekinden pek farklı değil.Play now, Games Modes, Rosters, Creation zone, Rules and Options, Credits, play Online ana menüde karşımıza çıkan seçenekler.
Bunlardan game modes’a ayrı bir başlık açmak gerekiyor. Oyunun bel kemiğini oluşturan kısım burası çünkü. Eğer oyunu sevdiyseniz ve kuralları sizi sıkmadıysa bu kısımda bolca vakit geçireceğiniz garanti ederim. Bu kısımda önce bazı yeni bölümler mevcut örneğin artık EA’nın her spor oyununa monte etmeye başladığı Be a Pro modu gibi. Tek bir oyunucuyu kontrol ettiğimiz bu kısım uzun vadede sıkıcı olabiliyor. Season kısmında ise isterseniz NHL’de buz hokeyi tadına doğabiliyorsunuz isterseniz diğer bazı liglerde oynama şansınız var Rusya ligide yeni eklenmiş durumda. Burada ayrıca DYNasty mode ve world tournament var ki bu dünya turnuvası gerçekten keyifli olmuş en az bir kez oynamanızı öneririm.
Ana menüdeki Creation Zone’dan Player editor, Create Player ve create team gibi seçeneklerle de uğraşmanız size kalmış estetik cerrahiye merakınız varsa buyurun içeri. Yazının başlarında bahsettiğimi müzikleri isterseniz Rules and options’dan Jukebox kısmında detaylı bir şekilde dinleyebilirsiniz. Kuşkusuz EA nın en güzel tarafı da bu Her türlü lisans itina ile alınır. Play online kısmında ise sizin gibi pak düşkünleriyle kapışabileceğiniz online bir modda mevcut.
Oyuna başlamadan önce oyunda eğer yeni iseniz kesinlikle zorluk seviyesini düşürmenizi öneririm ki oyunda sayı yapmak gerçekten çok zorlaşmış yani epeyce ter dökebilirsiniz. Bunun yanında ayarlardan bazı kuralları da opsiyonel olarak değiştirme şansınız var. Bence hepsini açık bırakın ki kurallarına göre oynayarak hem buz hokeyini öğrenin hem de işin tadını çıkarın.

Buz hokeyi maçlarında bir şov havası azda olsa mevcut. Üç periyottan oluşan maçlarda bazen öyle kendinizi kaptırdığınız oluyor ki çıkan kavgalarda klavyeyi veya gamepad’i parçalayacak hale gelmiş bulabiliyorsunuz kendinizi.NHL oyunlarındaki grafikler her zaman üst düzey olmuştur buzun yansıması oyuncu modellemeleri her biri farklı olan seyirciler ışık oyunları hepsi gerçekten bu sende olduğu gibi çok iyi yapılmış. Burada ayrıca seyircilerin tek tek ve bildiğimiz karton moddan kurtulmaları olaya daha motive olmamızı sağlıyor. Piste çıkarken bu taraftarların birbirinden bağımsız hareket etmeleri ver hepsiyle ayrı ayrı uğraşılmış olmalarını görmek içimizi ısıtıyor.-en azında bende böyle oluyor-.Oyununun oynanabilirliği ilk kez oynayanlar için zor gelebilir am alıştıktan sonra son derece rahat bir oynayış sunuyor. Her hangi bir futbol oyunu oynadıysanız bu oyundaki çoğu vuruşu ve paslaşmayı da bir süre sonra rahatça yapabiliyorsunuz. Anca gol atmak ve savunmak yapmak bazen insanı yorabiliyor savunma bir şekilde yapılıyor ancak gol atmak özellikle güçlü rakipler karşısında insanın saçlarını tel tel dökülmesine neden olabiliyor
Spikerlerimiz ise oyundaki bir başka beğendiğim özellik; güzel bir şuttan sonra tok bir seste shot demesi bile yetiyor. Oyunda gaza gelmeniz için bir başka güzellik olarak spikerimizin anlatışını ve duruma göre heyecanlanmasını gösterebiliriz. Buzun üzerindeki kaydığımızdaki sesler faullerde çıkan kavgalar yada yedek kulübesindeki arkadaşlarımızın bazen oyuna yansıyan sesleri oyuna ayrı bir güzellik katıyor.
Genel olarak buz hokeyi ile ilgiliyseniz yada her türlü spor oyununu oynarım ben diyorsanız NHL 09 u denemelisiniz çok fazla bir yenilik beklemek bu tarz seri oyunlarından hendek atlatmaya benzeyeceği için alıp keyifli birkaç sezon ve yeni mod denemek açısından güzel olabilir. Ama fazlasını beklemeyin. EA NHL oyunlarında henüz bir devrim yapmadı.

NBA 2 K9


Yapımcı : 2K Sports
Yayıncı : 2K Games
Çıkış Tarihi : 20 Ekim 2008

2005’den bu yana içerisinde hiçbir yenilik taşımayan ve sürekli geriye doğru giden NBA Live serisini oynamaya o kadar zorlanmıştık ki, iyi bir şeyler duyduğumuzda inanmakta güçlük çekiyorduk. Evet biz PC oyuncuları olarak basketbol oyunu anlamında uzun yıllardır sıkıntı bir dönem geçiriyorduk. EA’nin başarısız oyununa katlanmanın güç olduğunu bildiğimiz için kaç zamandır birçok konuda başarılara imza atan 2K Stüdyolarından popüler basketbol serisi olan “NBA 2K9”u PC için de geliştirmesi tek dileğimizken, hayaller bir anda gerçeğe dönüşmüştü. Birçok haber kaynağında müjdeli haberi gördüğümde garip duygular hissettim. Karnımda hafif bir acı ve boğazımda düğümlenen kelimeler… Sanırım bir PC oyuncusu olarak “NBA 2K9 oynamak arzusuna âşıktım”. Saçmaladığımın farkındayım ama inanın durum benim açımdan tam da böyleydi. Şoku atlattığımdaysa her şey çok daha güzeldi. Hayaller her zamankinden daha beyaz ve gerçekçiydi. Ve gelmişti… İşte efsane basketbol oyunu PC’deydi. Bu tarihi asla unutmayacağım; 20 Ekim 2008…

NBA 2K9’u PC’nize kurmadan önce sistem özelliklerinizi bir kez yoklayın derim. Zira 2K9, EA’nin NBA Live serisi gibi düşük sistemlerde çalışmıyor. Aksine yeni neslin gerektirdiği sistemleri istiyor. Oyunu denediğim sistem özellikleri olan AMD Athlon 64 X2 4600+ 2.41GHz işlemci, 2GB 800 MHz hızında Ram ve Ati X1650pro 512 MB 128 bit hızındaki ekran kartıyla 1280*1024 piksel çözünürlükte tüm ayarlar açık halde akıcı ve rahat bir oynanabilirlikle karşılaştım. Sizde oyunu yüklemeden önce oynadığım sistemi baz alarak kendi sisteminize uygunluğunu test edebilirsiniz. NBA 2K9’un kısa süreli kurulumundan sonra nihayet oynayabilirsiniz. Oyunu açtığımızda tanıtıcı reklamlardan sonra etkileyici bir NBA maç videosu karşımıza çıkıyor. Videodan sonra oyunun ilk ara yüzüyle karşılaşıyoruz. Karşımıza çıkan ekranda ilk olarak hızlı maç seçeneği çıkıyor. Menü oldukça hoş ve etkileyici efektlerden oluşmuş. Hızlı maç seçeneği oyuna tam anlamıyla başlamadan önce alıştırma yapmak için ideal. Ancak maç öncesinde kontrolleri ayarlamanız gerekiyor. Zira kontroller oldukça karmaşık bir yapıya sahip. Menü üzerinden ayarlar sekmesine tıklayarak Kontroller seçeneğinden gerekli düzenlemeleri yapabilirsiniz. Ama ben yine de bu oyunun Gamepad ile oynanmasından yanayım. En azından iyi bir başarı elde etmek için. Seçimi ve düzenlemeleri tamamladıktan sonra oyuna başlayabilirsiniz. Hızlı maç seçeneğine döndükten sonra istediğiniz bir takımı seçip, gerekli taktiksel düzenlemeleri tamamlayarak oyuna başlıyoruz. Oyunu açtığımızda karşımıza NBA 2K9’un gelişmiş grafikleri çıkıyor. İlk gözümüze çarpan detaysız hazırlanan taraftarların yeni oyunla birlikte daha gerçekçi durdukları. İlk olarak surat tasarımlarının farklı oluşu, daha sonraysa yüz tasarımlarındaki gerçekçilik gözümüze çarpıyor. Bunun yanı sıra oyun alanının tasarımı gayet gerçekçi olmuş. Özellikle kaplamalar da seçilen renk ve dokular etkileyici nitelikte. Gerek saha yüzeylerinin gerekse oyun alanındaki diğer nesnelerin tasarımları fazlasıyla göz dolduruyor. 3. planda ise gözümüze çarpan oyuncuların yüzlerindeki ve formalarındaki gelişimler oluyor. Bilhassa yüz modellemelerinde büyük ilerleme olmuş. Serinin önceki oyunlarını oynamış olanların da bileceği gibi, oyuncuların yüzlerinde maalesef canlılık yoktu. Özellikle göz tasarımlarında büyük bir boşluk hakimdi. 2K9 ile nihayet bu sorunlar geride bırakılmış. Artık oyuncuların suratları daha gerçekçi. En azından boş boş baktıklarını hissettirmiyorlar. Tabi surat ve göz modellemelerinde gelişme olunca dolaylı yoldan mimikler, olaylara karşı tepkilerde daha gerçekçi olmuş. Örneğin hakeme sinirlenen bir oyuncu, artık surat ifadesiyle tepkisini anlatabiliyor. Bu durumda tabi ki hoş bir gelişme. Son olarak saha içi ışıklandırmaların başarılı olduğunu görüyoruz. Işıklandırma oyunda dengeli bir şekilde hazırlanmış. Zaman zaman ışıktan kaynaklı bazı sorunlar olsa da, genel anlamda ışıklandırma başarılı. NBA 2K9 PC’de beklenenden iyi grafikler verdiği şüphesiz. Geliştirilmiş yüz modellemeleri, başarılı ışıklandırmalar ve detaylı kaplamalar ile NBA 2K9 grafiksel anlamda iyi not almayı sonuna dek hak ediyor.

NBA 2K9’un oynanabilirlik konusunda her zamankinden daha çok yenilik barındırdığı gözle görülür bir nokta. Hızlı maç menüsünden oyuna açtığımızda oyun anlayışı bakımından NBA 2K9’un geliştirildiğini görüyoruz. Rakip oyuncuların artan zorluk seviyesine göre dengeli hazırlanmış oynayışları bizi sevindiriyor. Rakiple mücadele anlarında karşı tarafın takımsal özellikleri ön planda. Yani şöyle ki, herhangi bir takımla mücadele yaparken o takım eğer hücum anlamında iyiyse, gerçekten de hücum anlamında bizleri zorluyor. Eğer defansif anlamda üstünse, başarılı savunma yaparak göz dolduruyor. Genel anlamda oyun içerisinde takımlar başarılı bir taktik çiziyorlar. Paslaşmalara ciddi anlamda önem verildiği gibi, rakibe pozisyon ya da boşluk açtığınızda gözünüzün yaşına bakmayaraktan iyi atışlar yapabiliyor ya da hızlı bir şekilde savunmanızın ortasına dalabiliyorlar. Ya da beklenmedik anda atış ya da pasları sizi saf dışı bırakabiliyor. Tabi ki bunların tümü artan zorluk seviyesine göre belirginleşiyor. Profesyonel zorluk modu oyunu oynamak için en ideali. Zira gerçekten zevk almak için bu mod üzerinde yoğunlaşmanızı tavsiye ederim. Oyunda karşı taraf bu kadar geliştirilmişken sizin oyuncularınızda bundan pay kapmış. Kontrol ettiğiniz oyuncu dışındaki diğer takım arkadaşlarınızı diğer oyuncuları boş bırakmıyor, sürekli blok ve preslerle karşı tarafın paslaşmasına büyük ölçüde engel oluyorlar. Pas almak için öne fırlayan oyuncuları gördüklerinde iyi bir takipçi oldukları gibi zamanlama konusunda da kay değer işler çıkarıyorlar. Aynı şekilde sizin oyuncularınızda pas kazanmak ya da pozisyon yaratmak için ellerinden gelenin en iyisini yapıyorlar. NBA 2K9 oyun anlayışı ve yapay zekasıyla tüm platformlarda başarılı bir çizgi çiziyor. Özellikle yapay zekanın NBA Live serisinde gibi basit olamayışı ve topu alanın sınır tanımadığı bir oyun olmayışıyla kalbimizi büyük ölçüde kazanıyor. Genel anlamda NBA 2K9’un taktiksel oynayış gerektirmesi ve yapay zekanın dengeli düzeyde olması atmosferi büyük ölçüde artırarak enfes bir oyun olmasını

Oyunun menüsünde gözümüze çarpan ilk şey NBA Blacktop seçeneği oluyor. Bu seçenek içerisinde birçok alt mod bulunmakta. Bu modlar arasında yapabilecekleriniz, Smaç yarışları, gruplar halinde çift ve tek pota maçlar, teke tek kapışmalar, üçlük yarışmaları ve Dunk School seçenekleri yapabileceklerimiz arasında. Benim daha çok dikkatimi çeken teke tek kapışmalar oldu ki, eskisine oranla daha çekişmeli ve daha gerçekçi olmuş. Özellikle karşınıza güçlü bir rakip aldığınızda oyun fazlasıyla eğlenceli bir hale geliyor. Üç sayı karşılaşmalarında topun potada sekişi ve top modellemesi gözümden kaçmayanlar arasında. Bunun dışında menüde yer alan artık klasikleşmiş “Oyun Modları” seçeneği içerisinde de ilginizi muhakkak çekecek eğlenceli modlar var. Tabi ki en başta yeni bir sezon oluşturmak ilgimizi çekiyor. Sezonu oluşturduğunuzda seçtiğiniz takımla uzun sezon boyunca oynuyor, taktiksel değişmeler yaparak maçlar kazanıyorsunuz. Bu sezon profesyonel modda oldukça zorlu geçiyor. Ama diğer zorluklara göre daha eğlenceli ve gerçekçi olduğunu söyleyebilirim. NBA 2K9 çeşitli oyun modlarıyla da kendini oynanabilir kılıyor ve gönlümüzü kazanmayı başarıyor.
Oyundaki sesler önceki oyunlara göre pek fazla ilerleme kaydettiğini söyleyemeyeceğim. Ancak taraftar ve oyuncu sesleri eski oyunlara göre daha iyi ve kendini daha az tekrar ediyor. Bunun dışında oyuncuların kendi aralarındaki ve hakemle diyalogları başarılı. Sahada topun yere düşmesi, potaya çarpası gibi durumlar sonucu ortaya çıkan ses kalitesi de kayda değer. Müzikler gayet güzel seçilmiş. Bilhassa menü geçişlerinde çalan müziklerin hoşunuza gideceğini düşünüyorum.

NBA 2K9 yıllardır özlediğimiz basketbol tadını PC’de bizlere sonuna dek yaşatıyor. Hatta beklentilerimin de üstünde olduğunu itiraf edebilirim. Maçlardaki gerçekçilik, gelişmiş saldırı ve savunma teknikleri, çeşitli oyun modları ve hoş müzikleri ile NBA 2K9 hayallerimizin de ötesinde bir başarı yakalıyor. Basketbola ilgili, PC sistem gücüne güvenen her PC oyuncusu gönül rahatlığıyla alıp oynamalı.

Pro Evolution Soccer 2009


Yapımcı :Konami
Yayıncı :Konami
Çıkış Tarihi :17 Ekim 2008


İki sene evvel PES 6 incelememi yazarken Konami artık futbol simülasyonu yapıyor demiştim çok iyi hatırlıyorum. İki sene evvel çok uzak olmamasına rağmen şimdiki geldiğimiz noktada bu “ futbol simülasyonu” terimini erken kullandığımı fark ettim. Konami beni ters köşeye yatırmıştı. İki sene evvel hayran kaldığım o oyuna o övgüleri yağdırdıktan sonra PES 2009’da geçirdiğim saatleri nasıl anlatacaktım. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir noktadaydım. Ama oyundan zorla çıkarak oyunla ilgili bir şeyler yazmak da zorundaydım.
Pes 2009’u bilgisayarıma kurduğumdan beri masaüstündeki diğer oyunların pabucu çoktan dama atılmıştı. Çünkü geçen seneki PES 2008 faciasından sonra futbol oyunlarına küsmüştüm, Fifa 09’ dan da her sene olduğu gibi gerekli randımanı alamayınca başka türlere başka heyecanlara atmıştım kendimi. Ama bir PES tutkunu olarak bilgisayarımda her sene yeni bir PES oyunu yüklü olurdu. 2008 senesi bu açıdan facia ile sonuçlanmıştı. Şimdi ise Konami geçen seneki hatalarını sanki bu seneki oyununu bu denli muntazam ve güzel hale getirmek için yapmış gibi geldi bana. Geçen sene bir deneme tahtası olmuş kobay oyunda Pes 2008 olmuştu. PES in o hayran kaldığım top kontrolü ve top fiziğindeki oynamalar ölümcül hatalara sebebiyet vermişti. PES’in elindeki en büyük kozu olan top fiziği ve topa vuruşlardaki tokluk hissi kaybolmuştu. Bütün bunlar oyundan süratle soğuyup kısa zamanda oyunu bırakmama sebep olmuştu.

Şimdi geldiğimiz nokta ise bambaşka bir boyut, apayrı bir tat, muhteşem oynanabilirlik bir o kadar güzel grafikler ve yıllardır PES serilerinde görmeye hasret kaldığımız kısmen de olsa lisans sorunlarının aşılmasıydı. Oyunu anlatırken pek çok yerde abartabilirim ama ben bir PES oyuncusuyum ve benim gibi olanlar bilirler ki geçen seneki fiyaskonun ardından oyun hakkında ne kadar mübalağa yapılsa azdır. Çünkü gördüğümüz en iyi PES oyununu oynadığımızdan emin olabilirsiniz. Bu ise su götürmez bir gerçek.
Konami, şapkasını önüne alıp geçen seneki hatalarını, sorunları ve yanlışlıkları nerede yaptığını bütün sene iyi analiz etmiş ve çok can alıcı noktalara gerekli uygulamaları yaparak özlenilen PES oyununa son noktayı koymuş. Oyunu açar açmaz ilk karşılaştığınızda bu değişime şahit oluyorsunuz. Bildiğimiz PES menü sisteminden farklı bir menü sistemi ve görseli mevcut. Gerek arka plan olsun gerek ana menüdeki soundtracklar çok canlı ve gaza getirici olmuş. Oyuna daha ana menüsünde bir renk, bir tat gelmiş denilebilir. Oyunda bildiğimiz PES modlarından farklı olarak birkaç değişiklik göze çarpmakta bunlardan en tepedeki ve en dikkat çekici olan ise UEFA CHAMPIONS LEAGUE. Yazının başında da belirttiğim gibi Konami bu sene paraya kıymış ve lisans işine el atmış. Şampiyonlar Ligi’de bu bağlamda bize hediye edilen çok zevkli çok keyifli ve bir o kadar zorlu bir mod olarak karşımıza çıkıyor. Bu moda girmeden önce her sene olduğu gibi ben Exhibition seçeneğine yönelip İngiltere – Türkiye maçında ter döktüm. İlk başta söylediğim menü sistemini değişmiş olması oyunun tamamı için geçerli her yerde bu farklılığı ve buram buram yeniyim ben diye bağıran değişiklikleri görebiliyoruz. PES serisi kabuk değiştirmiş resmen, çokta güzel olmuş. Hızla taktiğim ayarlayıp oyuna dalıyorum. En başında masa üstündeyken Setting’den ayarları yaparken Quality kısmının Low’da olduğunu hatırlayıp her şeyi kapatıp bunu mediuma getiriyorum çünkü biliyorum ki en düşük seviye grafik ayarlarında mahrum kalabilirim. Bu kötü fikirden birkaç click darbesiyle uzaklaşıp tekrar başlayamadığım maçıma dönüyorum. Forma ve stat seçimi falan derken oyuna giriyorum. Oyuncuların isimleri birebir gerçek takımlarındaki gibi aynı ve güncel kadrolar. Bu güncelliği oynadığım pek çok maçta fark ettim. Yani kadrolar birebir gerçek hayattaki takımlarla uyuşuyor gerçekçilik için iyi bir puan olarak gözüme çarpıyor. Gerçekçilik için tek gözüme çarpan bu değil elbette. Oyuna girdiğinizde grafiklerin güzelliğine hayran aklıyorsunuz. Oyuncuların modellemelerini statta ki ışık oyunlarının o dandik karton seyircilerin bile güzel bir tarafı gözüme çarpıyor. Oyuncuların muhteşem grafik modellemelerine geçmeden önce statlara hayran kaldığımı söylemek istiyorum. Her kamera açısında değişik yerlerden incelediğimde her stadın gerçekten çok güzel ve orantılı olarak modellendiğini her hangi bir kamera açısında da bir saçmalama olmadan bunları gözlemleyebildim. Her stadın kendine özgü çim yapısı ve havası var. Yani San Siro’da sahanın yarısına güneş vurabilirken başka bir stat da tamamen farklı bir görüntüyle karşılaşabiliyorsunuz.17 adet stat oyunda mevcut ve Konami stadı hariç hepsi aslına uygun modellenmiş. Bahsettiğim ışık oyunlarında oyun içersinde mutlaka ilginizi çekecektir. Tabi ki ayarları biraz arttırmak koşuluyla. Oyuncuların modellemelerine gelecek olursak gerçekten bu sene Konami kendini aşmış denilebilir. Bazı istisnalar olsa bile oyuncular aslına uygun yapılmış. Türk milli takımında nerdeyse herkes orijinalinin aynısı Emre biraz boy atmış gibi ama onun dışında pek bir gariplik yok. Formalar ayakkabılar dizlikler kramponlarda yine tam tadında ve kaplamalar hiçbir yerde açık vermiyor. PES bu sene grafik açsından FIFA’ya en çok yaklaştığı yıl olarak karşımıza çıkıyor. Üstüne birde o efsanevi oynanabilirlik eklenince başından kalkılmayan bir oyun oluveriyor.

Oyun dinamikleri geçen senelerden farklı değil ama bu sene biraz daha oturmuş ve daha güzel olmuş denilebilir. Oyunun hızı bir nebze yavaşlamış ve buda gerçekçiliğe doğru güzel bir adım olarak göze çarpıyor. Futbolcu animasyonları geçen senelerdekilere benzese de yeni birkaç animasyona rastlamakta mümkün. Tartışmalı pozisyonlarda ise oyucular saç baş yoluyor bizler için keyifli ve eğlenceli görüntüler oluşturuyor. Oyunun dinamikleri geçen seneler ki gibi aynı fakat bir şey gözden kaçmıyor; oyun gerçekten zorlaşmış ve yapay zekası üst seviye olmuş. Şöyle ki artık yıldız bile olsa bir oyucuyla uzun süre gidip herkesi devire devire çalımlar atıp gol atmak imkansız gibi bir şey. Aynı şekilde rakipleriniz daha fazla ayağa pas ve boş alan kaçma taktiği uyguluyorlar. Özellikle defansınızdaki kanat oyuncularıyla atağa kalktığınızda topu kaptırırsanız rakip forvet oyuncusu buralara çok güzel sarkıyor ve topla buluştuğunda gerçekten çok tehlikeli kontralar yiyebiliyorsunuz. Aynı şekilde ikili mücadelelerde top çalmak zorlaşmış ve rakip yatarak topu sizden eskiye oranla çok rahat alabiliyor. Aynı şeyi sizde doğru zamanlama ile yapabilirisiniz ama en ufak bir zamanlama hatası size sarı kart olarak geliyor. Hakemler bu kaymalara karşı sarı kartlarını hiç esirgemiyor. Kırmızı kartlar genellikle gole giden adamı devirirseniz çıkıyor onun dışında ve ikinci sarı dışında ender olarak kırımızı kart ile cezalandırılıyorsunuz.
Oyunda gol atmak oyunun zorlaşmasında en önemli faktörlerden biri.Bol gollü maçları unutun! Hele ki bir takıma fark atmak özellikle bu takım büyük liglerin başını çeken takımları ise çok zor. Öne geçtiğiniz maçlarda mutlaka üzerinizde baskı kurup sizi hataya zorluyorlar ve bir şekil de sonuca ulaşıyorlar daha güçsüz takımlar içinde bu geçerli ama onların golü bulması biraz daha zor oluyor ve o arada kontra ataklardan golü bulabilirseniz işiniz bayağı kolaylaşıyor. Oyundaki taktik planınız normalde PES serilerinde oyuna yöne veren temel etmendi bu durum bu oyunda daha belirli oluyor. Her durma göre bir taktiğiniz olmalı yoksa büyük takımlar karşısında tel tel dökülebilirsiniz. Bütün bu oynayışla ilgili zorluklardan bahsederken sakın gözünüzü korkutup PES 2009’un aşırı zor bir oyun olduğu gelemesin aklınıza. Bu söylediklerim Top Player için geçerli ve emin olun en zevkli maçlar en zor seviyede oluyor ve attığınız goller size gerçekten büyük haz veriyor.Oyundaki diğer bir can alıcı nokta ise kaleciler. Kaleciler PES 2009 un adına yakışır şekilde davranıyorlar ve ara pasıyla fazla meşgul olmazsanız azami görevlerini yerine getiriyorlar. Çok kritik hataları olmuyor ama kaleciyi çıkarıp rakip oyuncunun açıyı kapatmak isterseniz kalecinin her türlü saçmalamasına katlanıyorsunuz ki buda gayet normal. Onun dışında kelcilerden yana pek bir problem çekeceğinizi düşünmüyorum

UEFA CHAMPIONS LEAGUE daha önce belirttiğim üzere bize bir lütuf. Gerçekten bir oyunun şampiyonlar ligini bu derece güzel empoze edilebileceğini düşünemezdim. Sanki evimin salonunda tv’nin karşısında Salı yada Çarşamba gün 21.45deki şampiyonlar ligi maçını izleri gibiyim. Her şey gerçeğiyle birebir aynı her detay düşünülmüş ve oyuna da son derece güzel monte edilmiş. Hele ki bu moda başlarken çalan o meşhur Şampiyonlar müziği her şeye bedel. Oyun içinde ara videolar gerçek oyuncuların kısa videoları çok güzel yedirilmiş mutlaka bu moda girip bir kez kupayı kaldırın derim. Tabi ki dünyanın en iyi kulüp takımlarını devirebilirseniz.
Oyundaki modlardan yeni olarak gözümüze BECOME A LEGEND çarpıyor. Bu biraz FIFA daki Bea Pro moduna benzese de kesinlikle uzun saatlerinizi geçireceğiniz çok keyifli ve çok güzel bir mod. Adından da anlaşılacağı üzere bir efsanenin doğuşuna yada doğmayışına yöne veriyoruz parmaklarımızla. Bu moda girdiğinizde sıfırdan bir oyucuyu her şeyiyle yapmaya başlıyoruz. Saçından baskın ayağına sakatlanma durumundan tozluğunun uzunluğuna kadar her şeyini belirleyip sıfırdan futbol kariyerimize başlıyoruz. Bu moda sadece kendi oluşturduğumuz futbolcuya yön verebiliyoruz maç içersinde bu yönden biraz sıkıcı gibi görünse kendini göstermek için heryere koşuşturmak ve takımımızın galibiyetinde önemli bir yere sahip olmak çok eğlenceli olmuş. Bu modun ilk başlarında ilk transfer olduğunuz takımda bir sürü antrenman maçı yapmalısınız. Ancak belli bir seviyeye ve yeterliliğe ulaşırsanız yedeklere alınıyorsunuz ve hocanız sizi takıma alırsa maça çıkabiliyorsunuz yani sıfırdan bir futbolcu oluyorsunuz. Taktiğe yada herhangibi yöneticilik işine soyunamıyorsunuz.Kendinizde oynamaya başladıktan sonra görüyorsunuz ki bağımlılık yapıcı bir etkisi var master league kadar sizi oyalayacak bir kısım.
Bunun dışında geri kalan menüler diğer PES serilerinde bildiğimiz kısımlar, bunlarda bir değişiklik yok işlevsel olarak;görsel olarak bahsettiğim gibi daha canlı ve dinamik menüler arasında dolaşmak çok daha güzel.

Oyundaki müziklerde eskiye oranla son derece gaza getirici ve sizi teşvik edici parçalar var. Bunları internette küçük bir araştırma yaparak edinebilirsiniz yada benim gibi menüler arsında duruşlarınızı uzatarak müzikleri dinlemeyi tercih edebilirsiniz. 60 a yakın soundtrackla PES 2009 önceki serilere oranla bu işe bu sene ne kadar önem verdiği gösteriyor.
Seslere gelecek olursak oyun içi sesler bazen sapıtsa da genelde tatminkar görünüyor. Çok iyi değil belki ama eksikliği hissedilir boyutta değil. Topa vuruştaki sesler direkten dönen topların sesi yada taraftar sesleri hepsi tam kıvamında . Kenarlardan bağıran teknik heyetin sesi de güzel bir ayrıntı olmuş.
PES 2009 her futbol severin dahası spor severin mutlaka oynaması gereken dört dörtlük bir oyun. Oyun gerek grafikleri gerek lisansında kendi aşmasıyla (Almanya ligi hariç hala yok) özlenilen kendinden beklenileni tam manasıyla veren bir yapım olmuş. Gerçek top fiziğini görmek istiyor ve keyifli modların da saatlerinizi hatta günlerinizi nasıl su gibi geçeceğini anlamak istiyorsanız bu oyunu kesinlikle oynamalısınız. Çünkü Konami görmüş olduğumuz en iyi futbol oyunun yaptı ve bize oynamak kaldı.

Football Manager 2009



Yapımcı : SEGA
Yayıncı : SEGA
Çıkış Tarihi : Kasım 2008


Çocukken televizyonda bir maç izlediğimde her zaman teknik direktörün takıma ne kadar yararlı olduğunu görürdüm ve babama “Baba teknik direktör nasıl olurum” diye sorardım. Aldığım cevap “Niye teknik direktör olucaksın, futbolcu olsana.” olurdu ama ben hayal kurmaya devam ederdim.Büyüdüm, geliştim. Olgunlaştım. TrGamer’da yazar oldum. Tam ümidi kesmişken birde ne göreyim Football Manager! Gerçekte olamadım bari sanal ortamda menejer olayım dedim içimden ve evet oldum artık ben Fenerbahçe’yi yöneten bir menejerim!
Upgrading..
Football Manager bizi her sene yaptığı yeniliklerle sevindirmeye devam ediyor. Her sene FM duyurulduğu zaman içimden “Acaba bu sene nasıl bir yenilik gelicek?” diye bir soru geçiyor…
Bu senede yapımcılar 3D grafik motorunu duyurunca biranda paniğe kapıldım.Bilindiği gibi grafiklerin değişiminde çoğu oyun hayal kırıklığı yaratıyor ve Football Manager gibi bir simulasyon oyununun böyle bir hataya kurban gitmesini düşünemiyordum bile! SI Games güvendiğim oyun firmalarının başlarında gelmekte bu nedenle böyle bir projenin beni hayal kırıklığına uğratmayacağını tahmin ediyordum.Sonunda Football Manager 2009 çıktı ve merak edilen 3D kamera özelliği çok tartışıldı.Tartışılmalıydı zaten!
Loading..
Football Manager serisini önceden oynadıysanız oynanış olarak hiçbir zorluk çekmeyeceksiniz. Menüler Football Manager’in her oyununda olduğu gibi klasik tasarlanmış. Önceki serileri oynamayan arkadaşlar için açıklayayım. Solda menümüz, yukarda kısayollarımız var. Menü herzamanki gibi kolay erişilebilir ve pratik. Football Manager 2009 bize tamı tamına 51 tane seçilebilir lig sunuyor! Bu liglerde tabiki Türkiye ligide mevcut. SI Games her ligi lisanslı olarak almasa bile takım ve futbolcu isimleri tamamen gerçek.
Oyuna başlarken bizden bir menejer yaratmamızı istiyor, bu menejerin yaşından uyruğuna kadar herşeyini biz seçiyoruz! İstersek menejerimize bir profil resmi seçiyoruz. Oyuna büyük bir takımda başlarsak bizden beklentileride bir o kadar büyük oluyor. Örneğin Türkiye liginde Kocaelispor ile başlarsak bizden sezonu ilk onun içinde tamamlamamızı istiyor. Fakat Fenerbahçe,Galatasaray,Beşiktaş gibi takımları seçersek bizden beklentileri ya şampiyonluk yada en az ilk üç oluyor… Oyuna büyük bir takımda başlarsak yönetim, medya ve taraftar bize güvenmiyor ve en ufak bir hatamızda kovulma noktasına kadar geliyoruz. Oyunda iki, üç sezon oynadıktan sonra başarılı olursak medyanın, yönetimin ve taraftarın bize güveni artıyor, prestijimiz artıyor ve taraftarlar tarafından sevilen bir menejer oluyoruz! Unutmadan ekleyeyim dilersek oyuna işsiz bir menejer olarakta başlayabiliriz ve bize tekliflerin gelmesini bekleyebiliriz…

sezon takımımız bize bir transfer bütçesi sunuyor. Bu transfer bütçesi başarılarımıza & başarısızlıklarımıza göre küçülüyor ve büyüyor. Transfer bütçemizi ismindende anlaşıldığı gibi transfere kullanıyoruz. Oyunda bizden sürekli beklentiler oluyor bu beklentileri karşılayamazsak bırakın transfer bütçesinin genişlemesini kovulmamız an meselesi oluyor. Oyundaki yönetimler farklılık gösterebiliyor. Örneğin bazı sabırlı yönetimler siz ültimatom verseniz bile sorunsuz isteğinizi gerçekleştiriyorlar fakat bazıları isterseniz takımı beş sene üst üste şampiyon yapmış olsanız bile ültimatomunuzu reddediyor ve sizi kovuyor…
Sezon açılmadan önce bizden kendi sahamızın çim boyutu, futbolcu forma numaraları ve başarı primleri isteniyor. Bunları dilediğimiz gibi seçebiliyoruz. Bazı oyuncular forma numaralarını özel istiyorlar örneğin Roberto Carlos bizden 3 numaralı formayı istiyor ve vermez isek morali düşebiliyor.
Oyunda antremanlar büyük önem taşıyor. Antremanımızı iyi ayarlayabilirsek takımımıza çok büyük faydası oluyor. Taktiklerimizide takımımıza göre ayarlamalıyız. Örneğin sağ kanadı yavaş bir takımımız varsa sol kanada daha çok ağırlık vermeliyiz ve sağ kanat için hemen transfer çabalarına girişmeliyiz.
Football Manager turn based bir şekilde ilerliyor ve zaman zaman kendini tekrarlayabiliyor. Örneğin basın toplantıları bir, iki, üç derken hep aynı soruların karşımıza çıkması ile bizi sıkabiliyor. Açıkçası ben birkaç basın toplantısına girdikten sonra diğer basın toplantılarının hepsine asistanımı göndermeyi tercih ettim. Aslında asistanı göndermek bir kaçış değil çünkü basın toplantıları ne kadar sıkıcı olsada medya ile olan ilişkimizi belirliyor.
Takımımızdaki oyunculara her sezon teklif yağıyor. Aynı zamanda asistanlarımızda bizim için genç yetenekler aramaya devam ediyor. Asistanlarımız her zaman doğru tercihler yapamıyor ve kötü transferler yapmamıza sebebiyet olabiliyor bu yüzden size transfer yapmadan önce dikkatli düşünmenizi öneriyorum…
Para herşey demek değildir!
Oyunda transfer sadece satın almayla sınırlı kalmıyor. İstersek oyuncu kiralayabiliyoruz veya takas sistemini kullanabiliyoruz. Oyuncuları takas ederken ekstra madde ekliyebiliyoruz.Bu sayede hem para hemde istediğimiz oyuncuya sahip oluyoruz! Durun, hemen sevinmeyin. Oyunda para herşey demek değil, örneğin Kocaelispor’u yönetiyorsunuz ve 45 milyon dolar bütçeniz var (öhm?). Henry’nin oyundaki değeri 30 Milyon dolar olmasına rağmen 45 milyon dolar teklif bile sunsanız kabul etmiyor ve “Kocaelispora gidemem kariyerimi kötü etkileyeceğini düşünüyorum” gibi bir açıklamada bulunuyor. Bunun için tek bir çözüm var oda takımımızı güçlendirmek. Nasıl mı? Tabiki kupalar kazanarak, şampiyonluklar alarak!
Downgrading..
Merakla beklenen 3D Kameraya deyinicek olursak.Grafik beklemeyin diyorum. Ne kadar zevkli ve akıcı olsada bir o kadarda felaket bir grafiklere sahip bu 3D kamera. Bana Sega’da oynadığım Fifa 99′u hatırlattıki orada bile stadyum daha bir canlıydı. 2D Grafik kamerasını menejerlik oyunlarına ilk taşıyan CM4′tü. 3D Grafik kamerasınıda FM09 getiriyor. 3D kamera güzelleştirilmiş 2D gibi bir görüntü sunuyor! Animasyondan eser olmiyan bu kamerada neredeyse tek animasyon koşmak! Umarız Football Manager 2010′da bu tip sorunları giderirler. 3D grafikler oyunda tam bir grafik kirliliği oluşturuyor ve işin en acı tarafı loading sürelerini büyük ölçüde uzatıyor. Hemen Football Manageride kaybettik diye telaşa girmeyelim. Biraz zalim davranmış olabilirim sonuçta 3D kamera hala geliştirilen bir sistem.

şuan için oldukça fazla buga (oyun hatası) sahip. Bunların en başında kaleciler geliyor. Kaleci orta saha oyuncularından fazla asist yapıyor!? Attığım gollerin büyük bir çoğu kaleci sayesinde gerçekleşiyor! Birde eklemeden geçemeyeceğim sinir hastalığınız varsa lütfen oynamayın. Takımınız hiç mücadelesiz ve saf bir şekilde yenilirken müdahale edememek gerçekten çok sinir bozucu olabiliyor! FM09′da gelen yeni bir özellik ise futbolcuların koşucakları & hareket edicekleri yerleri daraltmışlar ve bir defans oyuncusunu artık en fazla ortasahanın gerisine kadar çıkartabiliyoruz. Aslında bakarsanız bu taktiklerimizi büyük ölçüde kısıtlıyor ve neden böyle bir iş yaptıklarını anlamış değilim…
Seslere değinicek olursak, FM serisinin en büyük eksiği diyebiliriz. Tezahüratmı yoksa kıyamet çığlıklarımı anlamak gerçekten güç. Spiker denemiyorlar bari yenilikler eklesinler. Seslerdeki tek yenilik bando takımının kaldırılması! FM oynuyorsanız önerim arkaplanda bir müzik açın ve öyle oynayın! Zaten duymamız gereken bir ses malesef ki yok…
Closing..
Son söze gelirsek 3D kamerasıyla hayal kırıklığına uğratmasına ve seslerininde bir o kadar berbat olmasına rağmen simulasyon severlerin her halükarda bağımlı olabileceği bir yapım ve sinir hastalığı olmiyan herkese tavsiye edebileceğim bir oyun! Football Manager 2009′a Steam üzerinden 29.99$ gibi bir fiyata sahip olabilirsiniz.

NBA Live 09


Yapımcı : EA Sports
Yayımcı : Electronic Arts
Platform : XBOX 360


Ne güzel günlerdi. Nba 2k9 incelemesini yapmış ve genel olarak övsem de tam istediğim tadı alamadığımı söylemiştim. Benim gibi gecelerini Murat Kosova-Kaan Kural’la geçiren biri için tam tatmin edici değildi oyun. Henüz Nba Live’ın sadece demosunu oynamıştım. Nedense hep almayı erteledim. Yalnız benim için Nba Live serisini incelemek bir gelenektir. Potanın üstünde iki kere bile sekmeyen Nba Live 2006′da nasıl eğlendiğimi, nasıl sezonları bir bir bitirdiğimi; şaka gibi grafiklere sahip oyun Nba Live 2001′de nasıl gece gündüz Shaq-Kobe ikilisini Lakers’ta oynadığımı çok iyi hatırlarım. Şimdi top pota üstünde sekiyor, grafikler de ne olursa olsun yeni nesil konsoluna çok ihanet etmiyor. Peki sorun nerede? Nba 2k neden girdi ki hayatımıza? Kütük gibi oyunumuzla gayet mutluyduk biz, fark etmiyorduk bile takozluğu. Evet, 2k gerçekten iyiymiş!
Xbox LIVE
Nelson’ın sakatlandığını Nba 2k9 oynarken öğrendim. Evet. Takasları ve sakatlıkları anında oyuna yansıtıyorlar, bu muhteşem bir sistem. Her ne kadar sene başından beri sırf bu yüzden Marbury’yi deneyememiş olsam da şikayetçi değilim. Nba Live’ın ise bu konuya ilişkin güzel bir yanı varsa o da Espn video’dan Nba’in en taze haberlerini izleyebiliyor olmamız. Mesela ben yazıyı hazırlarken Nate Robinson’un smaç şampiyonluğu ile ilgili bir haberden (Espn diyoruz, öyle uyduruk haber değil, Nate’le telefonla görüşme yapılıyor ve smaçları gösteriliyor.) Toronto ile Miami arasındaki J.O’neal-Shawn Marrion takasına kadar en güncel haberleri video şeklinde bulmak çok hoş. Zaten bu yeni nesilde online olay beni bitiriyor. Achievement’lar, headset’le dünyanın ucundaki arkadaşımızla sohbet ederek oyun oynamalar, güncel videolar, update’lerle sürekli yenilik olayları gerçekten çok hoş, ancak konumuz bu değil, kütükten yapılmış tahta yontması oyunumuz Nba Live var bir köşede bizi bekleyen.



Oyunu açtığımda Dynasty Mode’la giriş yaptım. Umudum bu modu bitirmek, achievement’lar açmak, mutlu mesut inceleme yapmaktı. Hiçbir zaman inceleme yapmayı tam anlamıyla iş olarak görmemiştim. Ta ki bu yazıma kadar. Bu kadar hayal kırıklığı olamaz. İlk oyunumu açtığım anda hissettiğim kütük etkisi şaka gibiydi. Bir oyuncuyu savunmaya kalktığım zaman ona yapışıyor adam. Bildiğin yapışıyor. Uhu’yla falan tutturulmuş gibi. Çekmek istesen de çekemiyorsun. Sonra ne kadar ciddi savunma da yapsan, eğer biraz zorda oynuyorsan, en imkansız pozisyonlarda bile rahatlıkla basketi buluyorlar. 3′lük atışlarında hiç topu atıyor hissine kapılmıyorum. Oyun kütük, evet. Çok kez dedim ama daha da diyeceğim. Oyunu açtığım andan itibaren %90 hissim cansız, gerçekle en ufak alakası olmayan, hareketleri Pinokyo’ya benzeyen (tahta demiş miydim?) oyuncular ve akışkanlıkla alakası olmayan oyun oynamak oldu.
EA Farkı
Bu Electronic Arts özel firma. Ne zaman ne yapacağını kestiremiyorsun. Bir anda Fifa Pes’i nasıl geçtiyse, bu oyun da 2k’yı geçebilir. Korkunç zenginler evet. Müzikleri falan kesinlikle 2k’dan daha iyi. Ayrıca bu seneki Allstar maçının Doğu ve Batı forması Nba Live oyunu üzerinden yaratılmış. Oyunlular bir sürü tasarım yollamışlar ve en iyisi seçilmiş. Gerçi bu oyunda yapılabilecek en güzel şey de o. J Ayrıca Allstar formaları bu sene gerçekten çok başarılıydı. Önceki senelerdeki karman çorman modellerden çok daha iyiydi.




Yenilikler
Nba Live’ın bir geleneği vardır. Her sene gerekli gereksiz bir sürü yenilikler getirip sonraki sene yok etmek. X faktör bunlardan en üzüldüğümdü. Epey sevmiştim veya eski “+” şeklindeki serbest atış olayı bence çok iyiydi, ancak gelip gidici tüm yenilikleri. Bu sene Dna olayında gelişmeler var. Hoş olmuş. Oyuncumuzun özelliklerinin oynadıkça gelişmesi falan güzel şeyler. Ayrıca Fiba World Championship var ki; o gerçekten mükemmel olmuş. Angola-İran gibi takımlara kadar hemen hemen tüm takımlar var. Türkiye’de de sadece Hidayet ve Mehmet’le sınırlı kalmamak iyi oluyor böylece. Tipleri de ellerinden geldiğince benzetmişler. İbrahim Kutluay’ın tipinden 3′lük atış yeteneğine kadar her şeyi bu oyundan beklediğimin üstünde başarıda. Yenilikler iyi şeyler. Ancak bazı “seneye yok olacak” yenilikler de eklemeden edememişler. Onlara değinmek bile istemiyorum. Sırf bol gözüksün diye yapılan şeyler, anlamsız, saçma sapan.
Ve Nihayet Son!
Evet, bir incelemenin daha sonuna gelmenin haklı kurtuluşunu yaşıyorum. Yazarken kendini kaptırırsan yazı daha iyi olur, ancak bunda böyle bir şansım yoktu. Kusura bakmayın. Oyunun yükleme sahneleri o kadar uzun ki, %50 oyun %50 yükleme sahnesi desem, sadece biraz abartmış olurum. Oyun yüklenirken bile mini bir oyun koymuşlar, o da yükleniyor.J Online mod’undaki hatalardan ise bahsedip daha fazla sinirimi yıpratmak istemiyorum. Bence bu kütüğü boş verin. 2010′dan ümitlenebiliriz. Özel bir sayı ne de olsa. Ea bu, sağını solunu hala çözemedim. Dead Space de yapıyor Nfs Undercover da yapıyor aynı yıl içinde, veya Mirror’s Edge’yi de yapıyor, bu oyunu da.

Spore


Yapımcı :
Maxis
Dağıtıcı :
EA Games
Çıkış Tarihi :
4 Eylül 2008
Platform :
PC

Tanrı Simulasyonu olarak tanımlayabileceğimiz Spore, büyük başarı gösteren Simcity ve The Sims oyunlarının yaratıcısı tarafından tasarlandı. Oyuncuların tek hücreli bir canlıyı büyütüp daha karmaşık yaşam formlarına dönüştürdüğü, bunları çoğaltıp köyler ve hatta büyük şehirler kurduğu bir oyun.
Oyuncular bu canlıların görünüşlerini ve davranışlarını, yaşadıkları şehirlerdeki nesneleri, binaları ve taşıtları değiştirebiliyorlar. Kendilerini hazır hissettiklerinde gezegen görüntüsüne geçip diğer şehirler ile diplomatik ilişkiler kurabiliyor, savaşlar yapabiliyorlar. Spore gerçek bir tanrı simulasyonu olarak, gezegenden de uzaklaşıp başka galaksilere, hatta başka evrenlere geçmenize de imkan veriyor.
PC, MAC ve çeşitli Java tabanlı cihazlar için piyasaya sürülen Spore’un; Apple iPhone ve Apple iPod Touch için Spore Origins adında bir ufaltılmış bir versiyonu da bulunuyor.

2 Mart 2009 Pazartesi

World Of Warcraft

Yayıncı : Blizzard
Yapımcı : Blizzard


Kahramanların Azeroth topraklarına ilk adımlarını atmalarının ardından tam iki yıl geçti ve altı yıl öncesinde Arthas’ın Ner’zhul ile bir olup Lich King olmasının ardından girdiği derin uyku son buldu. Azeroth topraklarına ilk adımımızı attığımızda olacakları tahmin bile edemezdik. Elwynn Ormanlarında başlayan yolculuğumda ilk olarak halkın başına bela olan kurtların oluşturduğu tehlikeyi ortadan kaldırmak için gönüllü olmuştum, ardından haydutların yağmaladığı tarlaları onlardan temizlemek için maceranın ortasına atıldım. Haydut Kralıni yenmemin ve çevredeki insanları onun yarattığı tehlikeden kurtarmamın ardından bir üne sahip olmuştum. Kuzeydoğu’daki orc klanlarının yarattığı tehlikeyi durdurmak, güneydeki goblinlerin yardımına yetişmek derken kendimi Kuzey’de eski krallığın ölüm kokan topraklarında ölümsüzlere karşı savaşırken, hapsedilmiş element lordunun yarattığı tehdide bir son vermek için yeraltındaki cehennemimsi zindanlarda buldum. Bir gün, Dehşetli Kale Naxxramas’ın eski insan topraklarında bulunduğunu öğrendim. Gümüş Şövalyelerin yardımıyla oraya bir çıkarma yaptık. Orada bulunan korkunç ölüm şövalyelerinin arasında bir zamanlar efsanevi kılıç olan Ashbringer’ın taşıyıcısı olan Morgraine de vardı ama bunlar önemsiz detaylardı, önemli olan büyük Lich Kel’thuzad’ın sonunu getirmekti. Onu yendikten sonra phylactery adı verilen ve onu muhafaza eden küreyi Gümüş Şövalye rahiplerinden birine verdim, sonradan anladım ki aslında o rahip, Lich King’e hizmet eden bir casusmuş. Bütün emeklerimiz boşa gitmemişti yine de; Naxxramas tehlikesi ‘şimdilik’ ortadan kalkmıştı. Azeroth’u tehdit eden sayısız sorunla uğraşırken korkulan şey oldu; Dark Portal denen parçalanmış gezegen Draenor’un kalıntıları olan Outland’e açılan geçit aktif hale geçti. Orada öğrendiğimiz şuydu; Illıdan, Arhas’ın karşısındaki yenilgisinin sonunda aslında ölmemiş, yardımcıları tarafından Outland’e taşınmıştı. O başarısızlığının yanında Lich King’i durdurmak için antlaşma yaptığı şeytan lordu Kil’jaeden’in gazabından korunmak için bir ordu toplamaya başlamıştı. Illidan’ın delirmesi doğru kararlar vermesini engelliyordu, Sha’tar adı verilen Outland’in tehlike dolu topraklarında güvenliği sağlamaya çalışan birliğin şehri Shattrath’a saldırdı ve başarısız oldu. Oysa Kil’jaeden’in gazabından korunmak yerine Shattrath’a gereksiz bir savaş açmıştı. Kendisine gereken ordu için fel orc denilen kızıl tenli, gözlerini kan bürümüş bir orc türü yaratmıştı. İlk ölüm şövalyesi olan Teron Gorefiend’i yanına almıştı. Kael’thas ve Lady Vashj’in yakınlarında kaleler kurmasını sağlamıştı. Bunların yanında zamanın akışını değiştirmeye çalışan kötü niyetli bir ejder ırkına da karşı savaşıyorduk. Bütün Tehlikelerin icabına baktıktan sonra sıra Illidan’a gelmişti. Kara Tapınak adındaki yerden ordusunu yönetiyordu. Akama’nın Illidan’a ihanet ederek yanımıza geçmesi ve Maiev’in de bizle birlikte savaşması onu yenmemizi sağlamıştı. Tabi elimizden kaçan Kael’thas’ın, Kil’jaeden’ı Azeroth’a getirmeye çalıştığını öğrendik. Kaelthas’ı tekrar yendikten ve kafasını bedeninden ayırdıktan sonra Kiljaeden’i durdurmak için haftalar boyu yaptığımız saldırılar sayesinde onu geri göndermeyi başardık. İki yıl içinde başarılanlar inanılmaz şeylerdi ama hala Lich King Arthas’ın Buztacı Kalesi’nde hazırladığı planlar gözümüzden kaçmıştı ve yakında kralın gazabı Azeroth’u tekrar tehdit edecekti.
Hikayeye göre oyun evreninin süresiyle iki yıl içerisinde yaşananlar bunlardı ama şimdiye kadar karşılaştığımız her şeyden çok daha büyük bir öfkeye ve güce sahip olan Lich King, en sonunda harekete geçmeyi karar verdi.


Büyünün kontrol altında tutulmasını sağlamakla görevli olan ejder Malygos aklını tekrar kazanmasıyla birlikte Azeroth üzerinde büyü kullanan herkese savaş açıyor. Archimonde tarafından yıkılan büyücü şehri Dalaran uzun süre boyunca koruyucu bir kalkan içerisinde onarılıyordu. Bir gün, büyük bir gürültüyle oturduğu yerden ayrılan Dalaran, uçarak Northrend’da Malygos’a karşı saldırı için yerini aldı. Lich King’in yanında bulunan Vrykul ırkı ise fazlasıyla başa bela bir hale geliyor. Bir taurenın üç dört katı büyüklüğünde olan bu iri yarı, çirkin barbarımsı ırkın binaları, gemileri vs. Vikinglerle tamamen örtüşüyor. Sık sık karşımıza çıkacak olan Vrykul ırkı, titanlar tarafından yaratıldıktan sonra çirkin ve zayıf oldukları gerekçesiyle terk ediliyorlar ve kralları Ymiron, bütün çocuklarının öldürülmesini emrediyor. Çocuklarını saklayanların güneye kaçarak ve değişim geçirerek bir tür lanetin sonucunda insan ırkına dönüştüğü söylenir. Nerubianlardan bahsetmemek olmaz tabi Eski tanrılar Silithidler sayesinde Azeroth’u kontrol altına almayı düşünüyorlardı. Bu böceğimsi ırk, durmadan gelişirken trollerle olan savaşları sonunda ikiye bölündü. Birisi Kalimdor’da bulunan Ahn Qiraj’dan da tanıyacağımız Silithidler, diğerleri ise Kuzeydeki nerubianlar. Lich King Nerzhul Azerotha ilk geldiğinde vebanın nerubianları etkilemediğini ve onun zihinsel gücünün de etkisiz olduğunu anladı. Dreadlordların da yardımıyla durdurulamaz bir undead ordusu sayesinde. Azjol Nerub’u istila etti ve onların eski kralı Anub Arak’ı da kendine bağladı. Bunun sonucunda da undead nerubianlar ortaya çıktı. Sağ kalanlar ise hala Lich King’den intikam almak için uğraşmaktalar. Titanların etkileri de Northrend’de iyice hissedilebilir durumda hatta dwarların Gezginler Loncası adlı araştırma örgütü de onlarını kokusunu hissetmiş olacaklar ki adım başı onlara rastlayabiliriz.
Northrend’daki İlk Gün
Borean Tundra ya da Howling Fjord bölgelerinin birinde oyuna başlıyorsunuz. Alliance olarak; Stormwind’e eklenen ve oyuncuların işini fazlasıyla kolaylaştıran liman’daki gemiden ve Menethil Limanı’ndaki eskiden Darkshore’a giden geminin yerine gelen gemiden gidebilirsiniz. Horde tarafındaysanız Undercity’nin önündeki yeni zeplin kulesi ve Orgrimmar’dan kalkan zeplinle Northrend’e gidebilirsizin. Yeni gemi ve zeplin tasarımları hoş olmuş, açıkçası zeplinleri Red Alert’taki Sovyet’in sırıtan zeplinlerine(o zeplinlerin üzerindeki sinir bozucu sırıtış ifadesi hala aklımdan çıkmaz) benzettim.


Dalaran Northrend’a gittikten sonra eskiden bulunduğu bölgenin haliAlliance olarak paladinimle Borean Tundra’da Northrend’a ilk adımımı attım. Varian Wynn’ın onuruna yapılmış olan Valiance Keep’te indim önümde asker olmak için gönüllü olanlardan bir kuyruk gördüm. O kuyruğun ucunda bir görev vardı almak için gittiğimde kuyruktakilerin bana seni bizden daha üstün yapan ne, paladin? dediklerini fark ettim. Görevleri yaparken ilk fark ettiğim şey BC’deki gibi ilk görevden itibaren önceki oyundaki rare kaliteden daha iyi ve epik kaliteye yakın uncommon eşyaların çantalarımı doldurmasıydı. Birkaç görev yaptıktan sonra LFG sistemine girip bir Utgarde grubuna girdim. Vrykul savaşçıları ile dolu bu zindan açıkçası bana eğlenceli geldi; Hem gereğinden fazla uzun değil hem de fazlaca gereksiz ayrıntıyı barındırmıyor. Zindanı bitirince bana düşenler ve görev ödülleriyle birlikte dört parça rare kalite eşya kazandım ki TK ya da SSC eşyaları olan birini oraların eşyaları 75′e kadar rahat idare eder, eğer Black Temple, Zulaman veya Sunwell eşyaları varsa üzerinizde, onlar sizi WotLK raidlerinde bile rahatlıkla idare edebilirler. BC’de level 60-70 arası eşyaların oyuncuyu level 40 gibi göstermesi sıkıntı yaratıyordu. Artık eşyaların şekilleri oyuncunun sinirini bozmayacak halde. Ama eşya şekilleri artık çok çeşitli değil örneğin level 70-80 arası bir plate kullanıcısı sadece her parça için üç değişik zırh şekline sahip olacak. Şikayetçi miyim? Tabi ki değilim ama bütün epik zırhların ölüm şövalyesinin görev zincirini bitirince sahip olduğu zırhın şeklinde olması biraz sıkıcı. Set parçaları ise fena olmamış en azından BC’deki gibi uçuk zırh şekilleri yok. Zırhların verdikleri bonuslar vs. fazlasıyla tatmin edici örn. 35.000 cana sahip olan oyun sonu içerikle uğraşan tankları görebilirsiniz. Retribution paladinlerin sonunda kendilerine gelmesi paladinleri sevindirdi. Paladinlere yapılan bu değişiklik uzun süre konuşuldu itiraz edildi. Protection paladinler ise tanklıkta zaten iyi durumdayken daha da rahat hale geldiler üstüne sonraki yama yeni bir taunt yeteneğinin geleceği de cabası Demin taunt yeteneğini incelemiş bulunuyorum; Özel animasyona sahip değil yani normal taunt gibi (/roar) efektine sahip; 1 kutsal hasar verip düşmanı kendine çekiyor. Hunterların pet sistemleri tamamen elden geçirildi. Bağlılık seviyeleri ortadan kalktı yeteneklerin çoğu artık petlerin kendine özel yetenek ağacından geliyor. Egzotik pet evcilleştirme yeteneği ile de hunterlar core hound, jormungar, chimera vb. evcilleştirebilecekler. Pet sisteminde şimdiye kadar yapılmış değişiklikler hep canımı sıkmış olsa da bu seferki talent değişikliği gerçekten hoşuma gitti. Warriora gelen Titan Grip yeteneği beklendiği gibi çıkmadı.
Kralın Gazabı Neler Getirmiş?
Northrend’a girince uçan bineği kullanamamanın nedeni ise Blizzard’ın bütün içeriği oyuncuların ilk günden görüp heyecanı kaçırmasını engellemek için soğuk hava uçuş yeteneğini koyması ve uçuş için druidlerin de bu yeteneği öğrenmesi gerekmekte. Level 77 olunca çeşitli yerlerden 1000 altına bu yeteneği öğrenebilirsiniz.
Demin uçuştan bahsetmişken yeni bineklerden de bahsedeyim. Archievementlardan, Northrend’daki satıcılardan alınabilinecek binekler gayet başarılı bir şekilde modellenmiş. Token Sistemi sayesinde biriktirdiğimiz tokenlerla ya da parayla bazen tanınmışlık da isteyen bu bineklerden alabiliriz. Mesleklerle yapılanları da söylemeden geçmeyeyim. Bunlar arasında çeşitli renklerdeki drakeler, proto-drakeler, mamutlar ve daha değişik binekler de olabilir. Mamutlar demişken çoklu taşıma yeteneği olan mamutun 20.000 altına mal olduğundan bahsetmiş miydim? Kirin Tor tanınmışlığı sayesinde bu fiyatı düşürmek mümkün (iyi ki de mümkün 20.000!) Buradan anladığımız kadarıyla binek eğitimi için değil artık binek için bu kadar para ödemek gerekecek, genişleme paketleriyle ev sistemi koyup yüz bin altın isterlerse şaşmam. Mühendislik ile motor yapmak mümkün, terzilik ile de uçan halı yapılabilir.
Evcil hayvan çılgınlığı burada da devam ediyor sayın seyirciler! Tavşan, yürüyen bal kabağı, uçan sadist denizanası yavrusu derken bir de bunlar için besin maddeleri temizleme araçları ve taşma satan bir satıcı çıktı. Yeteri kadar hayvan biriktirene de ödül olarak ekstra pet veriliyor(binekler ve tabardlar için de bu durum geçerli). Tabardlar artık öyle durmayacaklar 80 olunca bir zindanda hangi tarafın tabardını takarsak oranın tanınmışlığını kazanıyoruz. Bu tabardları almak için o taraf ile friendly olmak yetiyor artık. Bu tabard veren dört taraftan birisi Kara Kılıç Şövalyeleriyle görev zincirini bitiren ölüm şövalyeleri friendly olacak. Uçan şehir Dalaran’a gitmek için şehrin ortasında portal için haykırmamak için şunlar yapılabilinir; Mageler 71′de oraya ışınlanabilir ve 74′de portal açabilir, 74 olan herkes görev ile oraya geçebilir, 77 olunca uçarak geçilebilinir ya da boş verin bir mageden portal açmasını isteyin. Ayrıca 70 olan kişiler Dalaran’da iken Violet Stand kristallerini aktif edebilir.

Lich King, Ebon Hold’da ölüm şövalyesi görevlerini verirken20.000 altına mamut hayvancuğunu almak istiyorsanız para kazanmanın eskisi kadar zor olmadığını belirtmek isterim. Mesleklere önem verirseniz hızlıca para kazanabilirsiniz. Eski günlük görevlerden medet ummayın zira artık daha az para veriyorlar. Yakında WotLK için günlük görevler eklenecektir. Üreticilikle uğraşmak istemiyorsanız iki mesleği de toplayıcılık olarak alabilirsiniz. Aşçılık, balıkçılığı da ihmal etmeyin. İyileştirme yeteneği olan bir sınıf olsanız da ilkyardımı gözden çıkarmayın zaten iki-üç saatte Grand Master olabileceğiniz bir meslek kendileri. Yeni meslek olan inscription sayesinde parşömenler ve glyphler(kabartmalar) yapılabilir. 3 minör 3 majör glyph var ve bunlar açık artırmadan alınabilir. Genellikle savaşta pet etkileri olmasa da majörlerden daha pahalıya bulunan minör glyphleri de göz ardı etmeseniz iyi olur. Demirci olduğum için beni en çok sevindiren şey zırhıma soket ekleyebilmem oldu. Titansteel’i rafine etmek için soğuma süresi olduğundan yüksek fiyatlarla (200-300 altın) yapılabilinir. Enchanterlar ise enchantlarını parşömenlere çevirip açık artırmada satabilirler. Demek istediğim WotLK’in gelmesiyle piyasa canlandı denebilir.
Epik Olta: Tuskarr adı verilen fok benzeri ırk nötr ırk ise oyunda birçok yerde karşımıza çıkmakta. Kaplumbağalarla fazlasıyla içli dışlılar. Çeşitli yerlere kaplumbağa gemilerinin üzerinde seyahat edebiliriz. Tuskarrların görevlerini yaparak onların reputationlarını kazanabilir ve exalted olunca da epik olta (!) ve evcil hayvan olarak penguen kazanabilirsiniz. Taunka denen beyaz boğalar da taurenların kuzenleri oluyorlar. Sadece erkek Taunkaların tipleri değişik onun haricinde sesleri vs. her şeyleri aynı.
Dalaran: Unutmadan şunu da söyleyeyim; Warcraft’ın kitaplarını okuduysanız Rhonin’i ve onun eşi Vereesa Wildrunner’ı (evet, Sylvanas’ın kardeşi) bilirsiniz. Kirin Tor tarafından zamanında dışlanan büyücü, şimdilerde Kirin Tor’un başında geliyor. Dalaran’da üç taraf var biri Alliance’a bağlı ve bölgelerine sadece Alliance oyuncularının girebileceği Silver Covenant ve Horde’a bağlı olan Sunreavers ve tahmin edebileceğiniz gibi Kirin Tor var. Şehirde birçok yere giden portallar var; Başta başkentlere olmak üzere Shattrath, Zamanın Mağaraları, Wintergrasp, savaş alanları ve Crystalsong Ormanı’na giden portallar. İki karşıt taraf (Scryers ve Aldor) şehirlerde yok peki bunlar nerede diyorsanız sizi şöyle alalım. Bu arada belirteyim; geçenlerde Warcraft kitaplarının yenisi çıktı ve bildiğim kadarıyla olayların WoW’da gördüğümüz olaylarda yakından ilişkisi var.
Karşı Taraflar: Murloca benzeyen Gorlok ırkından olan Oracles ve kunduzumsu(yok artık) Wolwar ırkına mensup Frenzyheart Tribe arasında bir çatışma var ve bu taraflar sürekli birbirlerine karşı saldırılar düzenliyorlar. Birini seçerseniz diğeri size düşman oluyor. Farklarına gelirsek ödülleri şunlar; Oracles en yüksek tanınmışlıkta kritik şansını yükselten ve xp, honor veren bir düşman öldürünce mana, rage, rp, enerji dolduran bir trinket veriyor ayrıca eğlencelik olarak 7 gün sakladıktan sonra pet ya da epic binek verebilen bir yumurta veriyorlar. Frenzyheart Tribe ise saldırı hızını artıran(haste rating) ve xp ve ya honor veren bir şey öldürünce daha fazla damage vermenizi sağlıyor verdikleri kutuyu da 7 gün saklayınca potion ya da kullananı beş dakika boyunca wolwara dönüştüren bir parça veriyorlar.


Sylvanas’ı Forsakenların başkenti Undercity’de öldürdüğümü belirten ArchievementBir zamanlar kendi milletleri için ön saflarda savaşırken canlarını yitirmiş, Lich King tarafından diriltildiklerinde ise çevresindeki her şeye ölüm tattırmayı amaçlayan bir açlığa sahip olan, rün kılıçlarını ustalıkla kullanan ve nekromensırlık sanatı hakkında uzmanlık sahibi olan bu ölüm şövalyeleri Azeroth’a tekrar ölümü getirmek için vebanın hüküm sürdüğü bölgelere dönüyorlar. En başta kendimizi Dehşetli Kale Acherus’da buluyoruz. Üzerimizde uncommon bir zırh var. Gidip Lich King’le konuşup ilk görevimizi yapıyoruz. Baron Rivendare dahil tanıdığımız kişileri görüyoruz ve bir anda Morgraine’ın ikinci oğlunu görüyoruz Darion Morgraine, üstelik sırtında da Ashbringer’ı taşıyor. Onla konuştuktan sonra aşağı iniş yapıyoruz ve tekrar tekrar yapmak istenecek o görevlere başlıyoruz. Dürüst olmak gerekirse gördüğüm en eğlenceli görev zinciri buydu, görevleri yaptıktan sonra çevrenin nasıl değiştiğini görüyoruz. İnsanları bizi görünce nasıl tepki verdiklerini ya da olayların sonucunda nasıl isyan ettiklerini uzaktan izliyoruz. Lich King’in görev metinlerinin tamamen seslendirildiğini ve son görevin tamamen seslendirilmiş olduğunu gördükten sonra Outland’in ne kadar sıkıcı geldiğini düşünmeye başladım.
Knights of the Ebon Blade: (spoiler başlangıç) Son görevde Gümüş Şafak Şövalyelere resmen dalıyoruz binlerce Scourge savaşçısına karşın yüzlerle ifade edebilecek şövalyeler savaşıyor ve en sonunda Tirion Fording, Darion’u etkisiz kılıyor. O sırada Aleaxdros Morgraine ile oğlunun bir anısı beliriyor bir anda Lich King ortada beliriyor ve ortalığı karıştırıyor. Lich King’e karşı hamle yapan Darion’un yere serilmesiyle birlikte Ashbringer’ı tirion’a fırlatıyor ve o sırada inanılmaz bir olaya tanık oluyoruz; Ashbringer’ın laneti kalkıyor ve Tirion, Lich King’e Ashbringer’ın gerçek gücü ile vurmasıyla birlikte Lich King ağır bir yara alıyor ve oradan kaçıyor. Tirion tam o sırada Gümüş El Şövalyeleri ile Gümüş Şafak Şövalyelerini birleştiğini ve Gümüş Ordunun doğduğunu ilan ediyor. Ondan sonra Darion’dan Varian Vynn’e barış metnini yollama emri geliyor ve Stormwind’e gidiyoruz. Kaleye Doğru ilerlerken çürük sebzeler ayakkabılar fırlatıyor çevreden ve bağrışma sesleri duyuluyor. Kaleye vardığımızda metni Kral Varian Wynn’e verdikten sonra Kara Kılıç Şövalyelerinin artık Alliance’a dost olduğunu ve Scourge’a karşı resmen bir savaş başladığını ilan ediyor. (spoiler bitiş)
Sınıf Mekanikleri: Ölüm Şövalyesinin oyun mekaniklerini incelersek on saniyede dolen ve yetenekler tarafından kullanılan ikişer tane üç farklı rünün toplamda altısının çeşitli yetenekler tarafından ayrı ayrı kullanıldığını görürüz. Bunlar Frost, Blood ve Unholy. Bir de yeteneklerle arasıra bazı rünler ölüm rününe dönüşebilir ve bu rün, bütün hepsinin yerine kullanılabilir. Yeteneklerimizi kullandıkça runic power (rp) kazanıyoruz. Ölüm Şövalyesinin bazı yetenekleri rp kullanır ve diğer yeteneklerden daha farklı artılar sağlarlar.
Yetenekler: Yeteneklerinin diğer sınıflardan ayrılmasını sağlayan bir diğer özellik ise önemli yeteneklerin düşmana bulaştırılan hastalıkların sayısına göre çalışması. O sayı arttıkça hastalık isteyen yetenekler de daha fazla hasar verecektir. Ölüm Şövalyesinin bazı yetenekleri onu ve hizmetkarını iyileştirebilmektedir. Hizmetkar dediğim ghoul denen zombimsi yaratık. Oluyor. Unholy yetenek ağacında ilerlenir ise ghoulün kendine ait ismi oluyor kontrolünü biz yönetebiliyoruz ve iki dakika yerine sınırsız süre yaşıyor. Ayrıca Unholy yetenek ağacında ilerleyen ölüm şövalyesi öldükten sonra ghoul olarak 45 sn yaşıyor. Blood ağacında ise Bloodworm denilen özellik çok dengesiz olsa da çok işe yarıyor. O ağaçtaki puanlar ölüm şövalyesinin hasarını ciddi bir şekilde artırıyor. Frost ağacı ise çift ya da iki elle tanklık yapmayı sağlıyor.
Warriorun duruşlarına(stance) benzeyen varoluş(presence) sistemi ölüm şövalyesinin çatışma sırasında rol değiştirmesini sağlayabiliyor ve inanın ki bu üç presence karakterin gücünü fazlasıyla değişik biçimde etkiliyor.
Blood, hasarı artırıyor ve hasara bağlı olarak canının bir kısmını iyileştiriyor.
Frost, zırhı artırıp düşman üzerindeki dikkat çekme yeteneğini güçlendiriyor.
Unholy, saldırı hızını daha da hızlandırıp yeteneklerin soğuma süresini düşürüyor.
Death Grip yeteneği ise çok işe yarıyor; düşmanı bir mesafeden kendine çekiyor ya da Path of Frost su üstünde tüm partinin yürüyebilmesini ve binek kullanmasını sağlıyor. Army of the Dead ise bir ghoul ordusu ışınlayarak düşmana korku salar, Horn of Winter ise Strength ve Agility’i level 75′den itibaren 155 artırır. Death Gate sadece ölüm şövalyelerinin gidebileceği Acherus’a istediği zaman götürebilir. Orada tamir, rün işlemeciliği yapılabilinir ve eğitim alınabilinir.
Rün İşlemeciliği: Enchantler gibi çalışıp onlarla aynı silaha yapılamayacak ve silah soulbound değilse bile üzerine yapıldığında gri kalite silahı bile soulbound yapar. O yüzden bazı akıllıların bedava enchant yapıp açık artırmaya çok daha pahalıya silahı koyması engellenir. Ayrı bir meslek gibi gelmekle beraber level atladıkça yenileri öğrenilebilinir. Sladırıyı engelleme şansı vb. ekleyebilir. Şimdilik en iyisi Fallen Crusader olarak bilinir ve level 70′de öğrenilir. Strength’i 15 sn. boyunca %30 yükseltebilir ve ölüm şövalyesini %3 oranında iyileştirebilir. Runeforge’da yapılması gerekir ve runeforge sadece Acherus ve Shadow Vault’ta bulunur.
En azından yeni bir kahraman sınıf eklenene kadar ölüm şövalyesi türünün tek örneği olacak ve bunun sonucu olarak da uzun bir süre bol bol ölüm şövalyesi göreceğiz. Herkes yeni bir sınıfı ve o sınıfın getirdiklerini merak edeceği için neredeyse her hesapta bir ölüm şövalyesi olacaktır.
Diğer Yenilikler
Phasing: Burada çeşitli görev vb. yollarla bir görevi yaptıktan sonra diğer karakterlere görünmez olan bir şeyi biz görebiliyoruz, bir kabı açılıyor ya da bazı şeyleri artık göremiyoruz. Örnek vermek gerekirse Battle for Undercity görevini yapanlar Varimathras ve Putress’i bir daha göremeyecekler ayrıca görevin başka basamaklarındaki oyuncular birbirlerini göremezler.
Gölgeler ve Grafikler: İlk seviyesinde alıştığımız yuvarlak şekildeki saçma gölgeler, ikinci seviyede karakterlerin ve npc’lerin dinamik gölgeleri üç ve dörtte ise çevredeki bina karakter vs. dinamik gölgeleri olur. Beşinci seviye düzgün çalışmaz siyah ekran olunun kilitlenmesi gibi sonuçlara neden olabilir, henüz test aşamasında. Grafiklere değinecek olursam pek bir gelişme olmadığını ama bazı büyü efektlerinin değiştiğini ve Northrend’ın diğer bölgelere nazaran daha iyi göründüğünü belirtmeden geçemeyeceğim. Her ne kadar kesin bir bilgi olmasa da grafik hakkında ileride bazı eklentiler yapılabilineceği söylenmekte.
Arena Yenilikleri: Kendilerine has dinamikleri olan Orgrimmar ve Dalaran Arenaları eklendi ve ileride izleyici sitemi eklenmesi muhtemel. Tabi ölüm şövalyelerinin gelmesi ve paladinlerin de artık PvP’a daha da elverişli hale gelmesi olayların yüzünü biraz da olsa değiştirmiş gibi gözüküyor.
Kuşatma Araçları: Bu araçlar Lake Wintergrasp ve Strand of the Ancients’da bulunur. Battlefield serisindeki gibi araçların farklı özellikleri vardı kimi tek kullanıcılıdır ama hızlıdır, kimi pilot ve makineli kullanıcısına sahiptir, Kiminde kullanıcının kontrolü tamdır yolcular saldırıya açıktır.
Estetik Ameliyatı: Gerçek parayla isim değiştirme özelliğinden sonra da geçenlerde karakterimizin yüzünü ve cinsiyetini gerçek para ile değiştirme özelliği getirildi. Tabi karakterimin suratını ya da cinsiyetini her ne kadar değiştirmek istemesem de bazı arkadaşlarımın bu yeniliğin gelmesine sevindiklerini gördüm.
Değinmek istediğim son şeyler…
Bu arada belirtmek isterim ki oyun içerisindeki tüm raid ve zindan içeriği bitirilmiş durumda ve WoW hakkındaki gelişmeleri yakından takip edenler bilir ki Ensidia isimli lonca tüm içeriği level 80′e ulaşır ulaşmaz temizledi. BC öncesinde raid zindanlarını bitirebilmek haftalar alabilirken bu süre BC ile düştü ve WotLK ile normal zindanlar kadar rahat bitebilir hale geldi. Bu konudan pek de hoşnut olduğum söylenemez çünkü raidlerin kendine has bir zorluğu olması her zaman daha iyiydi ve oyuncular raidler için gerçekten büyük bir uğraş gösteriyorlardı. Tabi bu durum benim her ne kadar hoşuma gitmese de raid içeriğini görme şansı olmayanların raidlere girebilmesini sağladı ve bildiğiniz gibi geçen ek pakette eklenen ‘heroic’ seviye zindanlar raidlere de gelmiş durumdalar. 10 ve 25 kişilik türleri var ve haliyle 25 kişilikler 10 kişiliklere göre daha zor olmakla beraber raid sonunda 25 kişiliklerde oyuncuların eline geçen eşyalar daha kaliteli olabiliyor. Archievement sisteminin de gelmesiyle birlikte zindanlar ve raid zindanlarını bitirenlere binek ödülü veriliyor tabi bu da grup arama kanallarında sadece archievement için zindanlara gitmek için mesaj atanlara rastlamak alışılır bir şey oldu. Tabi eski zindanlara ve içeriğe olan ilgi bu sistem sayesinde arttı ve yirmi kişilik ve level 80′lerle dolu bir grubun kolayca katledilmesine rağmen o archievementa ulaşmak için saatlerce uğraşan o grubu izlemek gerçekten unutulmayacak bir macera olabiliyor. İzlemek derken tüm uyarılara rağmen kendilerine güvenip, uyarıları dikkate almayan grubun suçu büyük oluyor. Zamanın Mağaraları’ndaki yeni zindan olan Eski Stratholme, bize Arthas’ın yanında Warcraft III’ten aşina olduğumuz ‘The Culling’ bölümünü tekrar yaşama daha doğrusu zamanda geri giderek Infinite Dragonflight adı verilen ve amaçları belirli olmayan ve geçmişi değiştirmeye çalışan bir ejder türüne karşı savaşarak olayları tekrar düzene sokma şansı veriyor. Bu da Infinite Dragonflight’ın başımıza daha çok bela açacağını gösteriyor.
Archievement demişken de bu konudaki fikrimi söylememde fayda var; Açıkçası uzun zamandır eklenmesi gereken bu sistemin oyuna başarılı bir şekilde entegre edilmesi hoşuma gitti. Tabi hala bu yeniliği sindiremeyenler de var. Açıkçası oyun boyunca başardıklarımı kaydeden bir sistem olması hiç de kötü bir yenilik değil. Ayrıca bazılarının da ödüllü olması da işe renk katıyor. Bazen eğlencelik archievementlara da rastlayabiliyoruz. Örneğin karşı taraftaki öldürülen oyuncuyu kucaklayarak (/hug komutu) Make love, not Warcraft (South Park’ın WoW’u eleştiren ünlü bölümünün ismi oluyor kendileri) archievementını kazanıyoruz ve kazandığımız archievement, bulunduğumuz raid ya da gruba, loncamıza ve çevredekilere duyuruluyor. Bir de ‘Feats of Strength’ denilen geçmişte alabildiğimiz ve artık alınması mümkün olmayan ya da sunucuda sadece tek kişinin erişebildiği archievementlar var. Bunlara örnek vermek gerekirse geçenlerde WoW’un 4.yılı nedeniyle belirtilen süreye kadar oyuna girenlere verilen Blizzard Ayısı’nı vermişti ve o ayıyı edinenler ayının Feat of Strength’ini kazanmıştı. Karşı tarafın liderlerini öldürene siyah ayı bineği veren archievement nedenleriyle tarafların sık sık toplanıp karşı tarafın başkentlerine saldırıp onların liderini öldürmesi alışıldık bir tablo oldu. Hatta bir aralar bu archievement olayını abartıp Alliance tarafından olmama rağmen Orgrimmar’a girip oranın zindanını bitirdim üstüne yetmezmiş gibi oradaki balıkçılık archievementlarını da topladım.
PvP konusunda çok da sağlam yenilikler olduğunu söyleyemeyecek olsam da yeni gelen savaş araçları da ileride çıkacak olan yamalar ile daha da oturmuş hale gelecekler diye umuyorum. Savaş araçlarıyla bir kaleye saldırılması ve oranın savunulması hoş bir sistem olmuş ve ayrıca savaş alanlarından kazandığımız tokenları buradan da kazanabildiğimizi belirtmek isterim. Wintergrasp kalesini elinde tutan tarafında Vault of Archaon adındaki raid zindanına ulaşabildiğini eklemek isterim. Zindanda tek boss var ve bitirilmesi de çok kolay. Heroic modunda da mamut düşmesi olasılığı olduğunu da belirtmek isterim.
Tokenların, binek ve evcil hayvanların artık çantalarımızdan kalkıp ayrı yerlere gitmeleri de fazlasıyla iyi olmuş. Çünkü eskiden yeni binek, evcil hayvan alacağımızda ve ya tokenları toplarken tereddüt ederdik ve zaten onların kapladığı yer fazlasıyla canımızı sıkardı(ah bir de görev eşyaları da ayrı yere gitse). Bu binek, token ıvır zıvırının ayrı yere gitmesi ben de dahil olmak üzere tüm oyuncuları mutlu etti. Hatta geç bile kalınmış olsa da artık onları sırtımızda taşımak zorunda olmayacağız.
İlk eklentide yapılan hatalar her ne kadar tekrar edilmemiş ve eli yüzü düzgün bir eklenti paketi yapılmış olsa da raid içeriğinin kolay oluşu ve PvP konusunda biraz zayıf kalması hoşuma gitmedi ama geri kalan özelliklerini ve getirdiklerini düşünecek olursak bu oyun bir harika diyebilirim. Bu eksiklerine rağmen hala en iyi oyunu olduğunu bize tekrar kanıtlamayı başardı.

ALPHA PROTOCOL

Yapımcı : SEGA - Obisidian


James Bond, Jack Bauer ve Jason Bourne Üçü de gizli ajan, üçü de tehlikeli işler peşinde, üçü de başarılı. Tüm gizli ajanların isim ve soy isimleri J ve B ile mi başlıyor diye merak edebilirsiniz, ama bu üçlüye rakip yeni bir ajan daha geliyor. Daha önce Star Wars: Knights of the Old Republic ve Neverwinter Nights gibi oyunlardan tanıdığımız Obsidian Entertainment’in yapımcı koltuğunda yer aldığı Alpha Protocol, TPS bakış açısına sahip, RPG unsurlarıyla süslenmiş bir aksiyon oyunu.

Onun adı Protocol, Alpha Protocol!

Yapımda Michael Thornton isminde bir CIA ajanını yönetmekle yükümlüyüz. Kimi zaman çok uzun, kimi zaman ise halledilmesi kısa olacak görevlerde yer aldığımız süre boyunca, asla tek bir seçeneğe bağlı olmayacağız. Dolaysıyla çizgisel bir oynanışın yer almadığını söyleyebiliriz. Hikaye, Amerika’ya ait bir uçağın, yüksek teknoloji ürünü bir silahla vurulmasının ardından başlıyor.
Alpha Protocol, görevler esnasında size birkaç farklı seçenek sunan ve istediğinize göre hareket etmenize imkan tanıyan bir yapım. New York, Taipei, Roma, Moskova ve Suudi Arabistan gibi dünyanın farklı noktalarında yer alacağımız macerada belirleyeceğimiz yollar haricinde yaptığımız diyalog seçenekleri de önemli. Oyunda Neverwinter Nights’ta yer alan diyalog ağacının bir benzeri yer alıyor. Bahsettiğim farklı yönler, sadece yol olarak değil, hikaye akışı olarak da karşımıza çıkacak. Etkileşime gireceğimiz karakterlere karşı nasıl bir tavır sergilersek, buna endeksli olarak hikayenin ilerleyişinde de değişiklikler meydana gelecek (Double Agent’taki tercih sistemi gibi olabilir).
Michael’da iş var
Karakterimizden biraz bahsedecek olursak Michael, özellikleri geliştirilebilir biri. Sadece görüntüsünü değiştiremiyor olacağız, geri kalan öne çıkan çoğu özellik geliştirilebilir olacak. Bu konuda oyuncular, karakteri üzerinde istediği geliştirmeyi yapabilecek, bir nevi onu bazı yönler bakımından uzmanlaştırabilecek. Gizlenmek, dövüşmek, silah kullanımı, elektronik, tuzak kurma, etkili konuşabilmek gibi özellikler bunlardan bazıları. Örneğin dövüştükçe yeni hareket ve manevralar öğrenirken, silah kullandıkça hasar verebileceğimiz en etkili noktaları git gide daha iyi kavrayabileceğiz.
Gelelim kullanabileceğimiz silahların özelliklerine. Otomatik tüfeklerden, suikast silahlarına kadar geniş bir envantere sahibiz, fakat kullandığımız silahlar hep aynı özelliklerde kalacak diye bir kaide yok.
“Obsidian tarafından yapılan Alpha Protocol, birçok oyunda kullanılan Unreal 3 grafik motoruyla geliştiriliyor”Yapımcılar tarafından, ‘Gerçekçilik, Alpha Protocol için önemlidir’ deniyor. Gelişmiş silahlar, bunlara eklenebilir yeni özellikler, araç-gereçler ve dahası karakterimizi doğa üstü güçlere sahip bir insan haline getirmiyor. Teknolojik imkanları en iyi şekilde değerlendirmek ve buna uygun şekilde elde edilecek tecrübeler doğrultusunda başarılı olabilmek diyebiliriz. Çünkü Michael Thornton, oyunun başında tecrübesiz bir ajan ve oyuncular, yapımda görev yaptıkça Michael’a tecrübe kazandıracak.
Alpha Protocol, görsel güç olarak Unreal Engine 3 kullanıyor. Yapımcılar özellikle bu motoru, çok güçlü olduğu için tercih etmişler. Oyunun hazırlandığı üç farklı platform PC, PS3 ve X360′da sorunsuz çalışabiliyor. Şu an bölüm tasarımları tamamlanan yapım için çalışmalar sürüyor ve 2009′un ilk çeyreğinde raflarda olması bekleniyor.

World Of Goo


Yapımcı : 2D Boy
Platform : PC, Wii

Bazı oyunlar mükemmel grafikleriyle parmak ısırtırlar: gerçekçi kaplamalar, yüksek kalitede karakter animasyonları, shading dediğimiz gerçekçi obje parlamaları vs. Bu tür oyunlar her zaman hak ettikleri ilgiyi görmüştür. Ama bazı oyunlar vardır ki çok basit 2D grafikleriyle, basit oynanabilirlikleriyle uzak köşelerde kalmışlardır. “World of Goo” da bu oyunların arasında.
World of Goo, 2D BOY adında küçücük bir oyun firmasının (o kadar küçük ki sadece 2 kişi çalışıyor.) yarattığı bir oyun. Oyunda yapmanız gereken tek şey küçük Goo’ları bölümlerdeki borulara tıkıştırmak. Bilgisayarınızda yaklaşık olarak 60 MB’lık bir yer kaplayan oyun, gerek sesleri, gerek grafikleri ve mükemmel oynanabilirliğiyle başında saatlerinizi hatta tüm gecenizi harcatabilecek cinsten bir oyun. Bölümleri tamamlamak için kimi zaman bir köprü kuruyoruz kimi zaman yüksek kuleler oluşturuyoruz. ana teması 4 mevsim üzerine kurulmuş ve her birinde grafiklerin renk tonlamaları ve özellikleri mevsimelere göre değişkenlik gösteriyor. Aynı soundtrackleri gibi. oyunun soundtrackleri insana sanki bir Tim Burton filmi izliyormuş hissi veriyor. Çok etkileyici müzikler kullanmışlar.

World of Goo

Alone In The Dark

Edward CarnbyYapımcı : Eden Studios

Şehir, New York City. Yer, Central Park. Gündüz gözü ile baktığınızda güneşli, geniş, yemyeşil bir park . İnsanların şehrin gürültüsünden az da olsa kaçabildikleri bir yer. Birinden ya da birşeylerden kaçmak ya da koşmak mı ? Central Park’ da, insanları gün boyunca sağlıklı bir hayat sürmek üzere spor yaparken ve koşarken görebilirsiniz. Ama yıllardır şehrin kalbinde yer alan bu koca parkın, bugüne kadar beton bloklara dönüşmemesinin bir sebebi var. O da geceleri bu parkta koşmaya devam etmeniz gerekmesi. Ancak bu sefer sağlıklı bir hayat, saat gibi çalışan bir kalbe sahip olmak adına değil, canınızı kurtarmak adına koşmak zorundasınız….
Alone in the Dark, türünün lideri olarak yıllar öncesinde karşımıza çıkan bir oyun. Action / Adventure platformları arasında yer alan, Survival Horror türünde bir klasik. Üzerinden yıllar geçmesine rağmen AITD ile tanıştığımız ilk günleri hatırladığımızda, bilgisayar karşısında korkudan sıçradığımız saatler gelir aklımıza. Adventure türünde farklı bir tattı bu. Pastel bir dünyanın sevimli grafikleri ardından bize esprili bir dille hikayeyi anlatan bir tür değildi. Karanlık ve karamsar bir atmosferi vardı. Karakterimizle bütünleştiğimiz andan itibaren ölümü en az onun kadar bizlerde yakınımızda hissederdik. Saatler süren bu yaşam mücadelesinin ardından bilgisayar başından kalktığımızda ” ohh be bugünü de atlattık ” gibi garip bir psikolojiye bürünürdük İşte gelişen teknoloji ile hayranları ile yeniden buluşan bir oyun. ATARI’ nin her fırsatta bas bas bağırarak ” Alone in the Dark geliyorrr!!!! ” dediği oyun sonunda karşımızda. Peki günümüz teknolojisi yıllardır eskitemediğimiz klasiğimize neler katmış ? Ya da neler alıp götürmüş ? Bakalım Eden Studios neler yapmış….


Oyunumuzun ana karakteri tanıdık bir yüz. Edward Carnby. Serinin önceki oyunlarından adımız gibi biliyoruz zaten bu adamı. Bu sefer Edward’ ın gözünden yaşadıklarımız New York City’ de geçiyor. Hani demin uzun uzun adından bahsettiğimiz biricik Central Park var ya, işte bütün gariplikler orada başlıyor. Edward ise neler olup bittiğini çözebilmek adına yeniden kolları sıvıyor. Kısacası bugüne kadar Central Park alanı binalar tarafından işgal edilmediyse, bunun doğayı korumaktan çok daha farklı sebepleri var, ve bunlar su yüzüne çıkmak üzere. Eski bir klasik olan AITD’ ın en çarpıcı yönlerinden biri de hikayesiydi. O yüzden pastanın en güzel dilimini sizlere sunuyorum ve senaryo konusunda fazla detay vermiyorum. Şayet bu oyunda sizi ekran başında kalmaya ikna edecek tek şey senaryo ve grafik motoru dahilinde oyunun bize bahşettikleri.
Yoğun miktarda sinematik eşliğinde oyunumuza başlıyoruz. Oyunun başlangıç kısımları bizleri oyunun atmosferine ve kontrollerine alıştırmak üzere tasarlanmış. Evet, fizik motoru ve benzeri nimetlerden bahsetmeden önce, biraz yapımcıların kulağını çekmek durumundayım maalesef. Başta arabayı kullandığımız bölüm ve aracın kontrolü olmak üzere, kontroller son derece sinir bozucu bir durumda. Günümüz oyun dünyası gelişiminden nasibini alan onca ana karakter var da, Edward neden kütük gibi ? Yıllardır başından geçen onca olay Edward’ a çok koydu da, Edward’ ın algısında bir bozulma mı oldu ? Yoksa siz mi beklenen esnekliği yaratamadınız sayın tasarımcılar ? Gelişen grafik sistemlerini kullanıcılara mümkün miktarda kullandırmaya yönelik sistem gereksinimleri sunuyorsunuz da, her seferinde yeni grafiklerle hayat verdiğiniz klasiklerin neden eninde sonunda içine ediyorsunuz ? Gerçek zamanlı bir dünya, Havok desteği ile oldukça etkileşimli bir oyun yaratmışsınız. Peki herşey akışkan, herşey etkileşimde biz neden odunuz ? Tamam, yeni bir dövüş sistemi ile elimize geçirdiğimiz sopa, yangın söndürücü vs. objeleri kullanmak adına güzel şeyler yapmışsınız ( kaldı ki bu bile aslında üzerinde daha çok çalışılması gereken birşeydi diye düşünüyorum ) da bu adamın hali nedir ? Bunlar hep gerekli yerlerde ” save ” yapamamış bir oyuncunun yaşadığı sinir harbi sonucunda edindiği fikirler arkadaşlar. ” 5 dakikada değişir bütün işler ” zihniyetiyle, oynadığı her oyunda mümkün mertebe quicksave kullanan bir oyuncu olarak, bu durumu kınadım açıkcası. Toplam 8 bölümden oluşan oyunda, yaşadığınız sahneler sırasında maalesef save diye bir olay yok arkadaşlar. Türü, Survival Horror oyunlar zaten imkanları itibari ile oyuncuyu zorlayan bir tarza sahip olur. Bunun üzerine bir de acımasız bir save sistemi ekleyin, alın size bölüm boyu eziyet. Hata yaparsanız, ciddi anlamda bir gerileme yaşamaya hazır olun. Save demişken, bunun tek güzel yanı ise ” Previously on Lost ” modunda, yeni nesil tv dizileri tadında bir önizleme imkanı sunulmuş. Eh, save olayı bu kadar sinir bozucu bir durumdayken, bir nebze yüzümüzü güldüren birşey oldu bu…


Havok fizik motoru kullanılmış. Çevre etkileşimleri oyunda gerçek hayatta yapabildiğimiz birçok şeyi yapabilme imkanı sunuyor. ( tabii mantıklı sınırlar çerçevesinde ). Örneğin oyun boyunca can dostunuz olacak gaz şişesini yere dökerek ateşin ne yönde ilerleyeceğini belirlememiz mümkün. Özellikle inventory’ den eksik olmayan bant ile kombine edilerek çok yaratıcı şeyler elde edilebiliyor. Unutmayın, bu oyunda ateş, birçok durumda elinizdeki silahtan daha etkili bir saldırı yöntemidir. Elinizdeki gaz şişesini bant ile kombine ederek karşınıza çıkan yaratığın üzerine yapışmasını sağlayarak, gaz + bomba + yaratık üçlüsündençok kullanışlı bir canlı bomba elde edebilirsiniz. Ya da yolunuzun üzerinde ucu çıplak bir elektrik kablosu mu var ? Bu durumda ya elinize geçen ilk yalıtkan cisim ile kabloyu yolunuzun üzerinden çekmelisiniz, ya da şalteri bulursanız elektriği kesebilirsiniz. Ancak oyun esnasında daha fazla güç gerektirecek şeyleri gerçekleştirirken ( örneğin karşınıza çıkan bir düşmanı yere yapıştırmak, alevlerin içine sürüklemek v.b ) alışılageldik ” tek sol ya da sağ klik ” kavramı yeterli olmayacak. Güç gerektiren şeyleri yapmak istediğinizde, kontroller üzerinden biraz daha sert ve agresif bir Edward Carnby yaratmanız gerekecek. Inventory ile ilgili incelemeyi yapmadan önce, grafik unsurlarının yanı sıra, ses, müzik vs konusuna da değinmek gerekir. Oyunun atmosferini yansıtmak adına müzikler başarılı. Ancak bir süre sonra kendini tekrarlar bir hal aldığı için can sıkıcı bir hal alabiliyor. Seslendirmeler ise vasat durumda. Biraz özensiz çalışıldığını düşünüyorum, daha kaliteli bir iş çıkartılabilirdi. Aynı vasat durumu oyundaki diğer karakterlerde de görebilmek mümkün. Oyun içerisinde çok donuk kalıyorlar, belki hiç olmasalardı daha iyi olurdu.


konusuna gelince, inventory sistemi Edward’ ın üzerindeki deri ceketin içersinde olacak şekilde tasarlanmış. Ancak Inventory’ de bulunan eşyaları kullanma imkanımız tamamen gerçek zamanlı olacak şekilde tasarlanmış. Yani anlayacağınız, ” dur bakiyim cebimde ne vardı ” diye bakarken bir anda ensenize çarpan soğuk bir nefesi hissedebilirsiniz. Tabii bu kısa süreli bir his olur, tehlikenin kokusunu sezdiğiniz anda hızlı bir şekilde buna cevap veremezseniz, sizi oldukça içler acısı görüntüler bekliyor. Ancak bu inventory sisteminde bir takım sınırlandırmaları da getiriyor. Ne de olsa deri ceket sonuçta, çuval değil ya bu. O yüzden yanınızda taşımanız gereken şeyler arasında tercih yaparken çok dikkatli olmalısınız. Daha önce de bahsettiğimiz gibi, inventory’ de bulunan eşyalar ile yaratılabilecek kombineler oldukça geniş, yer yer fazlasıyla hayat kurtarıcı. Inventory konusuna yaratıcı bir şekilde yaklaşmış olması konusunda, tasarımcıları tebrik ediyoruz. Keşke bu başarıyı ” kontroller ” gibi bir konuya da yansıtabilselerdi



Oyunda sağlık durmumuzu ya da cephanemizi gösteren bir bar yok. Bunun yerine yara alırsanız, ekran gitgide siyah beyaz bir hal alıyor ve kalp atışları gitgide hızlanıyor, ki sizde bunu duyabiliyorsunuz. Sağlık durumu deyince, oyundaki yegane dostlarınızdan biri de ” Med Spray “. O bakımdan med spray için ceketinizde her zaman yer bulunsun. Bulmacalar oyunun gerçekçi imkanları ile örtüşür bir biçimde hazırlanmış ve oldukça zevkli. Mantık dışı şeyleri çözmek ya da absürd çözümler üretmekten uzak olduğumuz için, oyun adına bu parlak bir yön. Örneğin çevredeki eşyalar ile olan etkileşimimiz bu konuda bize gerçekçi ve geniş imkanlar sunuyor. Karşınıza kitli bir kapı mı çıktı ? Fellek fellek sağda solda anahtar aramak zorunda değilsiniz, elinize kapı kıracak kadar sert bir cisim alıp, kapıyı kırmak gibi bir imkanınız var ( her ne kadar medeni bir davranış olmasa da, sonuçta bir nevi yaşam mücadelesi veriyoruz değil mi ? )

Son söz olarak, Survival Horror’ ın atası olarak nitelendirebileceğimiz AITD için, bu sefer hayal kırıklığına uğradığımı söylemeliyim. Korku öğelerine yeterince yer verilemediğini düşünüyorum. Başta kontroller ve save problemi olmak üzere, yeni nesil grafiğe uyarlanırken bir takım buglara mağruz kalan AITD, daha iyi bir çalışmayla çok daha kaliteli bir şekilde bizlere sunulabilirdi. Herşeye rağmen, AITD geçmişiniz varsa ya da negatif yönlerini umursamaksızın bu türü deneme niyetindeyseniz, AITD’ ın tadını çıkarmanızı diliyorum.