2 Mart 2009 Pazartesi

A Vampyre Story

A Vampyre StoryYapımcı : Autumn Moon / Crimson Cow

2D dünyanın basit ama sevimli grafiklerine, eğlenceli dünyasına dalıp gittiğimiz günleri hatırlarım. Bir Monkey Island serisi, Full Throttle ya da Grim Fandango ile tanışıklığı eskiye dayananların şu and derin bir iç çekip ” Ahh…ahh! Ne güzeldi eski günler… ” dediğini duyar gibiyim…
Bugün hala karşısında saatler geçirip de başından kalkmak istemeyeceğimiz türde oyunlara rastlıyoruz. Eski bir oyuncu olup da Prince of Persia ya da God of War oynarken offlayıp puflayanınız var mı ? Pek sanmıyorum. Yine de elimize geçen oyunlar öylesine başarılı olmadığı sürece, eski güzel günleri anıp iç geçiriyoruz sık sık. Ahh George Lucas ahh! Bu adventure oyunlarını körelten furyayı en çok destekleyenlerden biri sen oldun maalesef! ” Piyasa adventure oyunlarına hazır değil ” gibi saçma sapan bir varsayımı ortaya attın da, kimbilir kaç adventure oyunu senaryosu kapılardan döndü…
Neyse, şimdilik bırakalım bu konuyu bir kenara. Bugün size eski günlere götürecek kadar kaliteli bir adventure oyunu tanıtacağım size. A Vampyre Story! Altında Bill Tiller gibi eski bir dostun imzası olan, buram buram eğlence kokan bir oyun…
Mona De Lafitte
türünün, kilometre taşlarından olan ” The Curse of Monkey Island ” & ” The Dig ” gibi oyunların altında imzası bulunan Bill Tiller, pek çoğunuzun bildiği üzere eski bir LucasArts çalışanı. LucasArts ile yollarını ayırdıktan sonra Autumn Moon Entertainment firmasını kurdu ve bugün A Vampyre Story gibi harika bir oyun ile yeniden karşımıza çıktı.
A Vampyre Story adından da anlaşılacağı üzere bir vampir hikayesi. Tabii gerilimden uzak, oldukça komik ve eğlenceli bir hikaye. 1895 yılında geçen hikayemizin ana karakteri ise Mona De Lafitte adında bir bayan. Sonsuz hayat ile tanışmadan önce Paris’ de büyük bir Opera sanatçısı olmayı hayal eden Mona, bir gün Baron Shrowdy Von Kiefer ile karşılaşıyor. Ve Baron tarafından vampire dönüştürülüp, lanetli ve sonsuz bir hayata mahkum ediliyor. Bunun ardından Baron tarafından, Transilvan… pardon Draxylvania’ daki Castle Warg’ a ( Warg Kalesi ) götürülüyor ve orada adeta bir hapis hayatı yaşamak zorunda bırakılıyor.
Baron Shrowdy von Kiefer
Shrowdy, bir gece çıktığı av sırasında beklemedik bir baskın yaşıyor ve geri dönemiyor. Shrowdy’ nin geri dönememesi sonucunda nihayetinde Mona kaleden kaçabileceği bir fırsat yakalamış oluyor. Mona, ölümsüz hayatına başladıktan kısa bir süre sonra tanıştığı Froderick ( kendisi oldukça renkli bir karakter ) adlı yarasayı da aralak, yeniden Paris’ e dönmek üzere yola koyuluyor.
Paris’e varmak üzere Draxylvania’ dan çıktığı yolculukta karşısına çıkan enteresan tipler ve garip olaylarla başa çıkmak zorunda. Onlarla başa çıkmanın tek yolu ise, Mona’ nın bir vampir olduğunu kabul etmesi ve doğası gereği sahip olduğu yetenekleri kullanmayı öğrenmesi…
Klasik point & click adventure tarzındaki A Vampyre Story, 2D mekanlar üzerine 3D karakter ve animasyonlarla süslenmiş bir biçimde karşımıza çıkıyor. Oyun 4xAA destekliyor olsa da, düşük konfigürasyonlu bir PC’ de dahi rahatlıkla çalışabilecek tarzda bir oyun.
A Vampyre Story - Inventory
sistemi konusunda oldukça kullanışlı bir özellik de sözkonusu. Mona, kullanabileceği eşyaları tabut şeklindeki envanterinde barındırabiliyor. Bununla birlikte bahsettiğimiz kullanışlı özellik ise sürekli yanında taşıyamayacağı ancak ileride gerekebilecek eşya ya da cisimleri aklında tutması ve bu eşya ve cisimlerin mavi bir silüet şeklinde tabutun içerisinde gözükmesi.
Oyun boyunca karşınıza 30′ dan fazla el çizimi şeklinde tasarlanmış mekan görme imkanınız olacak. Ayrıca oyunda 25′ den fazla karakter bulunmakta. Grafikler, oyunla örtüşecek şekilde ve oldukça eğlenceli bir biçimde yer almakta. Karakter animasyonları, seslendirmeler ve müzikler de aynı şekilde. Hikaye espritüel bir biçimde işlenmiş, diyaloglar ve oyundaki bazı detaylar ise sizi kıkır kıkır güldürecek cinsten.
Froderick & Mona
toparlamak gerekirse, A Vampyre Story çok eğlenceli ve başarılı bir oyun olmuş. Oynanış itibari ile sıkıcı bir oyundan oldukça uzak. Grafikler, sesler, diyaloglar ve animasyonlar ise az önce belirttiğim gibi oldukça başarılı. Adventure oyunlarını ve eski günleri özleyenler için kaçırılmaması gereken bir fırsat. Point & click sistemi ile yeni tanışan oyuncular için ise, çok iyi bir başlangıç noktası. Böylesine keyifli ve kaliteli bir oyun için Bill Tiller’ a şapka çıkartılır. Umuyoruz ki Autumn Moon Entertainment imzası taşıyan prodüksüyonlara daha sık rastlarız.

Tomb Raider : Underworld

Yapımcı : Eidos Interactive

Tomb Raider serisi adına su götürmez bir gerçek var ki, o da Eidos’ un Tomb Raider serisini geliştirmek üzere Crystal Dynamics ile anlaşmasının seri adına verilmiş en doğru karar olduğudur. Angel of Darkness gibi bir hayal kırıklığının ardından eminim ki birçok Lara hayranı ” İşte sönen bir yıldız daha ” demiştir. İşte bu bahsettiğim çöküşün ardından 3 sene geçti ve Crystal Dynamics, Tomb Raider: Legend ile seriye yepyeni bir soluk getirdi.
Bugün serinin son oyunu olan Underworld’ ü oynamış biri olarak şunu söyleyebilirim ki, Tomb Raider serisi Crystal Dynamics tarafından geliştirildiği sürece Lara hayranları ekran başından ayrılamayacak. Uzun lafın kısası, karşımızda öyle bir oyun var ki ” Lara’ nın 40′ ı çıksa da Tomb Raider oynarım ” dedirtecek cinsten…
Tomb Raider: Underworld, kronolojik olarak Tomb Raider: Legend’ ın devamı niteliğinde. Güzel kızımız Lara yine dünyanın altını üstüne getirmek ve bilinmeyene gidip, bulunmayanı bulmak ile meşgul. Ama durun, her ne kadar Lara hayranı olan birçok oyuncunun Tomb Raider: Underworld’ ün senaryosu hakkında etrafı didik didik ettiğine emin olsam da, sizlere Underworld’ ün senaryosunu kısaca bir özetlemek istiyorum.


boyunca dilden dile dolaşmış bir Norse ( İskandinav ) efsanesi vardır. Efsane, yıldırım tanrısı Thor’ a ait çok güçlü bir silahtan, yani Thor’ un çekicinden söz eder. Bu çekiç, tek bir darbe ile koca bir dağı paramparça edip bir vadi haline getirebilir, hatta bir tanrıyı yok edebilecek kadar güçlü bir silahtır. Çekicin varlığının yüzyıllar boyunca sadece efsane olduğu düşünülmüştür, taa ki bu güne kadar….

Lara Croft, Akdeniz’ in altında yatan antik bir harabenin kalıntılarını araştırırken, Norse Altdünyası’ nın ve çekicin, sadece efsaneden ibaret olmadığına dair kanıtlar bulur. Efsanenin ardındaki sırları keşvetmek üzere çıktığı yolculuk, onu serbest kaldığı takdirde tüm insanlığı yok edebilecek tehlikeli bir güç ile karşı karşıya getirir. Her ne pahasına olursa olsun, yüzyıllardır sadece efsane olduğu kabul edilmiş bu sır perdesini aralamak niyetindedir. Lara, bu uğurda kendisi dahil olmak üzere herkesi ve herşeyi tehlikeye atacak olmayı umursamaksızın, efsanenin ardındaki gerçeği açığa çıkarmak konsunda kararlıdır….




Lara’ nın bu maceraya atılmasının çok önemli iki sebebi daha var. Birincisi, peşine düştüğü şeyin babasının bitirememiş olduğu işlerinden biri olması, ikincisi ise daha önce annesinin başına gelen olay sonucu neler olduğunu çözümlemek istemesi. Bildiğiniz üzere serinin önceki oyununda Lara annesinin ölmediğini ve Avalon’ da olduğunu öğrenmişti.
Serinin önceki oyunlarını oynamadıysanız ya da senaryo konusunda hafızanızı tazeleyecek birşeyler olması fikri hoşunuza gidiyorsa, oyuna başlamadan önce Extras kısmında bulunan Trailers & Credits sekmesinden ” Previously…” videosunu seyretmenizi öneririm.
Aslına bakarsanız TR: Underworld seriden alışık olduğumuz aksiyon / macera temasından ödün vermeyen bir biçimde bizlere sunulmuş. Ancak önceki oyunlardan alışık olduğunuz günlük güneşlik ışıl ışıl bir temayı Underworld’ de pek göremeyeceksiniz. Peki Underworld’ de böylesine mekanlar yok mu ? Tabii ki var, ama genel olarak Underworld’ e daha karanlık bir temanın hakim olduğunu söylemek mümkün.



Raider serisinde alıştığımız bir senaryo örneği, ( ya aslına bakarsanız biraz klişe bir hal aldı ama ) bu oyunda da mevcut. Güzel kızımız onca atletizm onca zeka ardından peşine düştüğü ganimeti tam eline geçiriyor, ardından ya bir tetik sesi, ya da bir kurşun. Tabii sen misin Lara’ nın elinden oyuncağını alan Lara ne yapıp edip ona ait olanı geri alıyor. Açık konuşmak gerekirse ben bu silahlı aksiyonlardan pek hoşlanmıyorum. Neden derseniz bu konu hep Tomb Raider’ da şikayet ettiğim problemlerden biriydi. TR serisi grafik, ses, oynanabilirlik ve birçok anlamda zamanla kendini geliştirdi, ama şu silahlı çatışmalar nedense beni hiçbir zaman tatmin etmedi. Bu konuda yaşanan ufak ama güzel bir gelişme ise, düşmanlarla yakın temasa girmek durumunda kaldığınızda Lara’ nın tekme atabiliyor olması. Üstelik Lara’ nın tek eli ile bir çıkıntıya tutunurken, boştaki eli ile silahını çekip ateş edebilmesi gibi bir değişiklik de bu silahlı çatışmalar konusunda hala umut ışığı olduğunu gösteriyor. Umuyorum ki şu silahlı çatışmalar da bir gün bu seriye yakışır bir hal alır.

diğer önüne geçilemeyen problem ise, kamera açılarının zaman zaman zor anlar yaşatabiliyor olması. Yukarıda belirttiğim sıkıntılara rağmen Tomb Raider öylesine güzel, öylesine sürükleyici ki, Lara hatrına bir takım şeyleri görmezden geleceğinize inanıyorum.
Tabii bir de oyunun gelişen ve güzelleşen yönleri de var. Örneğin Lara’ nın hareket kabiliyetinin artması ve genel anlamda daha estetik bir hal kazanması. Lara’ nın hareketlerini geliştirmek üzere kullanılan Motion Capture teknolojisinin oyuna çok büyük getirisinin olduğunu söylemek lazım. Grafikler mi ? Günümüz teknolojisi sağolsun grafikler adeta bir görsel şölen haline dönüşmüş. Üstelik bazen Lara’ nın toz, toprak, çamur derken üstünün başının kirlenmesi de çok hoş bir detay. Oyundaki bulmacalar ise yer yer zorlayıcı ama bir o kadar da keyifli. Oyun süresince karşınıza çıkacak olan bulmacaların mantık çerçevesinde olduğunu belirteyim ki, içiniz rahat olsun.
Bir Tomb Raider oyunu daha geldi geçti ve Norse & Maya aromalı Underworld benden tam not aldı. Yazının başında belirtmiş olduğum gibi, Crystal Dynamics ile Tomb Raider serisi yepyeni bir soluk kazandı ve ben serinin varmış olduğu son noktadan oldukça mutluyum. Ekran başında keyifli saatler geçirmeniz dileği ile…

GTA IV



Yapımcı : Rocstar Games North
Yayıncı : Rocstar Games


Hemen kısaca şöyle gireyim konuya, tüm GTA serisini bir araya toplasak GTA IV ün yarısı etmez. Evet abartı gibi gelebilir. Oyunda olan şeyleri anlatmaya kalksam zaten bölüm direk doluyor eksilerini bahsetmeye fırsat bulamayacağım yoksa. Karakterimiz Niko Amerika da yaşayan kuzeninin yanına gitmiş ve bir şekilde ister istemez kötü olayların ortasında kendisini bulmuştur. Geldiğinde biraz hayalleri yıkılır çünkü kuzeninin anlattığı tarzda bir hayat yaşamıyordur değim yerindeyse rezalet bir evde yaşıyor ve berbat bir işte çalışıyor. Olayların şokunu atlattıktan sonra hayatta kalmak için oyunumuza başlıyoruz. İş bulmamız, kuzenimizle kaldığımız rezalet evden kurtulmamız para kazanmamız lazım. Daha ilk bölümden damardan girerek hırs yaptırmayı başaran ender bir oyun. Dediğim gibi her şey yapılıyor. Canınız sıkıldığınızda televizyonu açıp bakabilirsiniz. Sırf onun için bir çok kanal yapılmış ve uzun gerçekçi bir yayın akışı var. Grafiklere diyecek sözüm yok gerçekten çok kaliteli. Başlarda oyunu tanıyamadım diyebilirim. Çizgi roman tarzında bir GTA ya alışmıştık. Ve şehir hakkında son olarak matrix in oyun versiyonu diyebilirim. Neden derseniz artık binalar içi boş süs değil. Tüm katlar tüm odalar kullanılabiliyor. Hastaneye dalıp en üst katlara kadar çıkabilirsiniz örneğin, arabalar da en güzel yarış oyunlarından fırlamış derecede güzel. Her şey çok detaylı tam hurda yığını arabalardan son model spor arabalara kadar hiç bir şey atlanmamış. Her şeyi bulmak mümkün. Karakterimiz de direk seveceğimiz tarzdan biri olarak düşünülmüş. Başlarda acınası züğürt biriyken profesyonel bir suçlu oluyoruz. Şehirdeki insanlar da çok detaylı bir insan diğerine benzemiyor. Bu gerçekten beni şaşırttı bir yere oturup şehri izleyin ve görün. Oyunda tek hoşuma gitmeyen özellik neden bu kadar çok sistem gereksinimi istiyor. Gerçi bunu söylemeye pek yüzüm yok her şey ortada. Oyunumuz için gereken minimum işlemci Core 2 Duo, bundan aşağısı kurtarmıyor. Açsa bile oyunu iyi ayarlarda oynamanız mümkün değil.
Minimum Sistem Gereksinimleri
İşlemci : Dual core processor (Intel Pentium D veya daha iyisi)
RAM: 2GB
Hard disk: 18GB boş alan
Ekran Kartı : 512MB Direct3D 10 compatible video kart veya Direct3D 9 uyumlu kart
CD-ROM : DVD-ROM dual-layer drive.
Not : Oyun, Windows XP’de Service Pack 3 , Vista da ise Service Pack 1′e gereksinim duyuyor.

Lost : Via Domus



Yapımcı : Ubisoft Montreal
Yayımcı : Ubisoft

Tüm dünyada beğeniyle izlenen ve milyonlarca hayranı olan lost dizisi için hazırlanan oyunun incelemesiyle karşınızdayız. Daha önce Prince of Percia, Raintbow Six Ve Assassin’s Creed gibi oyun dünyasının ses getirmiş büyük birçok projede imzası olan firma bakalım lost dizisinin oyununda da aynı başarıyı gösterebilecek mi? Oyun temel olarak dizi ile aynı konuyu işliyor. Dizi yapımcıları dizide yer almayan bir karakter ile oynamamıza izin verdiği için dizide yer alan herhangi bir karakteri yönetemiyoruz. Diziyi izlemeyenler için kunusundan bahsetmek gerekirse, bir uçak kazası sonucu ıssız bir adaya düşen, aralarında doktor, hakim ve rock kralı gibi birçok farklı insanın bulunduğu bir grubun gizemlerle dolu bu adadan kurtulma mücadelesini anlatıyor. Oyunda yaşanan uçak kazası sonucu hafızasını kaybeden bir adamı yönetiyoruz. Hafızamızı kaybettiğimiz için oyunun başında ismimizi hatırlayamıyoruz.
İlk olarak ismimizi ve kim olduğumuzu hatırlamamız gerekiyor. Bunun içinde dizide olduğu gibi geçmişten kareler gösteriliyor. Bu kareleri izleyebilmek için fotoğraf makinesinden yardım alıyoruz. Bu sahnelerden önce bize parçalanmış bir fotoğraf gösteriliyor. Bu parçalanmış fotoğrafın aynısını düzgün olarak çekmeyi başarırsak karakterimiz geçmişe dair önemli olayları hatırlıyor. Ayrıca hatırladığı anılardan bazıları adadaki bazı insanlarla ilgili oluyor. Adadaki insanların paylaşmak istemedikleri sırları öğrenerek onların zorla size yardım etmelerini sağlıyorsunuz. Oyunda soracağımız soruları bir dialog sistemi aracılığıyka gerçekleştiriyoruz. Karşımıza çıkan ekrandan sormak istediğimiz soruyu seçiyoruz. Başka biriyle konuşurken öğrendiğimiz bir bilgi daha önce konuştuğumuz biri için yeni bir soru kısmı açabiliyor.
Oyunda bir takas sistemi mevcut. Takas sistemi sayesinde sizde olmayan bir eşyayı adadaki diğer insanlardan sağlayabiliyorsunuz. Takas sistemi ile kullanılan eşyaların büyük bir kısmı ada üzerinde bulunmakta. Bu bazen bir meyve bazende bir dergi olabiliyor. Takasta kullanılan her eşyanın bir fiyatı var. Pahalı bir eşya almak istediğinizde elinizde bulunan bir çok eşyayı vermeniz gerekebiliyor.
Oyunda ufak bulmacalarda mevcut. Özellikle karakterimizin elektronik konusundaki başarısından dolayı birçok bozulan elektronik devrenin tamiriyle uğraşmak zorunda kalıyoruz. Bu devreler bazen karmaşık bazende kolay oluyor.
Oyunun ana menüsü ve sunumu oldukça güzel yapılmış. Özellikle oyunu kaydederken daha önceden başımızdan geçen gizemli olayları dizide olduğu gibi bir özetle vermesi hoş bir detay olarak göze çarpıyor.
Oyun konu olarak çok hızlı ilerliyor. Özellikle diziyi izlememiş biri için oyundaki karakterler ve etraftaki değişimler kafa karıştırabiliyor. Adada bulunan birçok detayın atlanması ve mevcutlarında bu kadar hızlı işlenmesi oyunda göze batan ilk olumsuz detaylardan biri.
Ubisoft oyun için kendi yazdığı grafik motorunu kullanıyor. Grafiklerde bazı karakterlerin yüz detayları başarılı olsa da bazılarının vasat olduğunu görüyoruz. Çevredeki objelerin kaplamaları da vasatı aşamıyor. Adanın sahil kısımları ve geneli dizideki gibi tasarlanmış. Orman kısmı ise grafik olarak çok daha başarılı. Özellekle orman kısmında çevre ile etkileşim halinde olmanız gerçekçi bir görüntü sağlıyor. Oyun grafik olarak sevenlerini tatmin edecek seviyelerde. Özellikle diziyle alakalı mekanların ve karakterlerin görüntülerinin kabul edilebilir bir seviyede olması grafiğinin iyi olduğunu gösteriyor.
Oyunda birçok karakteri dizi oyuncuları seslendiriyor. Bu sayede diziyi izliyormuş hissine fazlasıyla kapılıyorsunuz. Dizinin kendi müziklerinin de oyunda yer alması bu hissi tam manasıyla tamamlıyor. Ara videoların seslendirmeleri oldukça kaliteli. Oyun ses olark kendinden beklenenin fazlasını sunmuş. Özellikle dizideki karakterlerin seslerinin kullanılması ve dizi müziklerinin yer alması sesinde en az grafik kadar iyi olduğunu gösteritor.
Oyun yapay zeka olarak çok başarılı değil. Dialog sistemi başarılı olsa da fazla üzerinde durulmadığından çok detaylı bilgiler öğrenemiyorsunuz. Bu nedenden dolayı oyun diziyi izlemeyenler için daha da karmaşık bir hal alıyor.
Mekanlarda sınırlı erişim olması tekdüze bir oynayış sunuyor. Özellikle orman ve mağara bölümlerinde karşılaştığımız ciddi yön bulma sorunları da mevcut. Oyun kolay bir kontrol sistemine sahip. Sorduğunuz sorular ve geçmişinizle alakalı olan olayları tamamlayak yapacağınız görevleri öğreniyorsunuz. Görevler arasında kaybettiğiniz bir eşyayı aramak ya da patlamak üzere olan bir sistemi kapamak gibi görevler olabiliyor. Ayrıca oyunun çok kolay olması zorluk olarak beklentilerin karşılanamamasına neden oluyor. Oyun oynanabilirlik olarak çok fazla içerik sunamıyor. Diziyi izlemeyenler için konu oldukça hızlı ilerliyor. Oyun süresinin kısalığı ve görevlerin birbirine benzemesi oyuna olan ilginizi düşürüyor.
Lost : Via Domus, dizi için yapılmış bir oyun olarak tatmin edici seviyelerde. Seslendirmedeki ve mekanlardaki kaliteli detaylar sayesinde dizideki atmosferi başarıyla yaşıyorsunuz. Dizi dışından bir karakteri yönetmeniz ve diziden bağımsız bir hikayesi olması her ne kadar diziyi izleyenleri hayal kırıklığına uğratsa da Lost : Via Domus diziyi sevenlerden iyi puan almayı başarıyor.
Minimum Sistem Gereksinimleri
İşlemci : 2,4 GHz
RAM : 1GB
Harddisk : 5 GB boş alan
Ekran Kartı : 128 MB

Jack Keane


Yapımcı : Deck 13
Yayımcı : Strategy First



Oyunda oyunun isminden de anlaşılacağı gibi Jack Keane adlı karakteri yönetiyoruz. Jack Keane’ nin ödemesi gereken borçlarının olması, onun İngiltere Kraliçesi’ ne bağlı gizli İngiliz hükümeti tarafından gelen iş teklifini kabul etmesine neden oluyor. Kabul ettği görev İngiliz gizli ajanını Hint açıklarında bulunan bir adaya götürmek. Basit gibi görünen bu görevde Jack’in bilmediği birşey vardır. O da adada Doktor T adlı çatlak bir profesörün bulunduğu. Doktor T, önce İngiltere’yi daha sonrada tüm dünyayı ele geçirmek istemektedir. Oyun, Jack ile Doktor T arasındaki eğlenceli mücadeleyi konu alıyor. Oyunu oynayabilmek için orta seviyeli bir ingilizceniz olmasını belirtmek gerekiyor.
Dialog sistemi sayesinde yapmanız gereken görevleri öğreniyorsunuz. Konuşma ekranında soracağınız soruları görevinize göre seçerek karşı tarafı yönlendirmeniz gerekiyor. Mizah öğeleri ile süslenmiş dialogları sizi bazen bayağı güldürebiliyor.
Oyunda tüm adventure oyunlarında olduğu gibi Point Click sistemi kullanılıyor. Point Click sisteminde ile mouse yardımıyla bütün öğelere hakim olmanız sağlanıyor. Farenin sol tuşuna tıklayarak nesneler hakkında bilgi alırken sağ tuşuna tıklayarak kullanmanız için gerekli olanları alabiliyorsunuz.
Oyunda karşınıza farklı bulmacalar çıkıyor. Adventure oyunlarının vazgeçilmez öğesi olan bulmacaları yapmak için bütün nesneleri iyice araştırmanız gerekiyor. Elde ettiğiniz bir nesneyi başka bir nesneyle birleştirebiliyorsunuz. Bu sayede ihtiyacınız doğrultusunda farklı nesneler elde edebiliyorsunuz. Oyunda bulmacaların çok zor olmadığını söyleyebiliriz. Özellikle de bu türe yeni başlayanlar için iyi bir başlangıç oyunu olabilir. Oyunun hikayesi ve diğer ögelerde ilgi çekmeyi başarıyor.
13 farklı bölüme sahip oyun tatmin edici bir oyun süresine sahip. Karakterlerin ve detayların grafiklerinin çok iyi olmasa da oyunun atmosferiyle iyi uyum sağlıyor. Renklerin ve mekanların canlılığı dikkat çekiyor. Özellikle oynadığınız mekanların oyunun konusuna uygun tasarlanmış olması önemli bir artı olarak gözüküyor. Grafiklerin rahatlıkla 3 boyutlu bir çizgi filmi andırdığını söyleyebiliriz. Grafik olarak göze batan önemli özelliklerden biri de kaplamaların yetersizliği. Oyunda dokular vasatı aşamıyor. Özellikle günümüz oyunlarıyla kıyaslayınca birçok yerde kalitesiz kaplamalar görüyoruz. Oyun grafik olarak bu türü sevenleri tatmin ediyor.
Oyunda seslendirmelerde yeterli seviyede. Karakterlerin yapılarına uygun seslendirmeler yapılmış. Müzik olarak da tatmin edici olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ara videolarında ses kalitesi oldukça iyi. Oyun, ses olarak üzerinde bulunması gereken öğeleri başarı ile barındırıyor.
Oyunda Point Click sisteminin getirmiş olduğu rahat bir kullanım mevcut. Oyun içinde bulduğumuz nesneleri yukarıda bulunan nesne ekranından rahatlıkla seçebiliyorsunuz. Aralarında gerekli olan varyasyonları nesneleri üst üste getirerek gerçekleştirebiliyoruz. İlerlemek içinde gitmek istediğimiz yere doğru mouse u tıklamamız yetiyor. Konuşma kısımlarında dialog sistemi kullanılıyor. Soracağınız soruları dialog ekranından rahatlıkla seçiyorsunuz. Daha önce de belirttiğim gibi yapacağınız görevleri bu dialoglardan anlıyorsunuz. İngilizce olarak çok karmaşık kelimeler içermediği için çok iyi bi ingilizce istemiyor. Oyun oynanabilirlik olarak adventure türünün klasik yapısına sadık kalıyor. Çok geniş alanlar olmaması ve fazla karışık bir nesne yapısının bulunmaması oyunun oynanabilirliğini kolaylaştırmış durumda.
Jack Keane uzun süredir sessiz olan adventure türü için çok iyi bir alternatif olmasa da bu türü sevenleri oyalayacak bir oyun olmayı başarıyor. Bu nedenlerden dolayı oyunu türü sevenler için tavsiye edebilirim.
Minimum Sistem Gereksinimleri
İşlemci : 2 GHz
RAM : 512 MB
Harddisk : 1,5 GB boş alan
Ekran Kartı : 128 MB


Sonuç olarak Jeck keane oynamak genel olarak sıkıcı olabilir bazı bölümleri sevimli olsa bile diğer bölümlerdeki bulmacalar biraz kapsamsız ve dar içerikli olmasa daha başarılı olabilirmiş. Fakat genel olan sıkıcılık oyunun tüm bölümlerine işlemiş.

Siren : Blood Curse


Yapımcı : Sony
Yayımcı : Sony
Platform : Play Station 3


Korku türünde kaliteli yapıt vermek her yapımcının harcı değildir. Yaptığın oyunun, filmin diğer türlerden ayrılması için araya keskin bir sınır çizmen gerekir. Normalde elinde silah zombilerle savaştığın bir oyunun/filmin aynı savaşı insanlara karşı verdiğin bir yapımdan aksiyon yönünden pek bir farkı yoktur. O yapımı korku oyunu/filmi yapan da zaten aksiyon yönü değil izleyicide/oyuncuda uyandırdığı hissiyattır. Yapımcılar bu korku hissini verebilmek için bir çok karanlık, müzik gibi duygular üzerinde tetikleyici rol oynayan bir çok unsuru kullanırlar. Eserin kalitesi aksiyondan ziyade bu unsurların kullanımında gösterilen maharete bağlıdır. Her şey bittiğinde ortaya çıkan eser insanı içine çekebilmeli, insanın damarlarında gerilimin dolaştığı hissini verebilmeli. Uzunca bir giriş yazısından sonra incelememize başlayalım bakalım Siren Blood Curse beklentilerimizin ne kadarını karşılayabiliyor.
Siren PS2′den aşina olduğumuz bir korku oyunu serisi. Serinin yeni yüzü Blood Curse PS Store’da dizi mantığıyla sırasıyla on iki bölüm olarak yayınlanmıştı. İncelediğim blu-ray disk versiyonu da bu bölümlerin bir araya getirilmiş hali.



Blood Curse, Hanuda isimli köyde meydana gelen esrarengiz olayları konu alıyor. Senaryo Japon korku filmlerinde çokça rastladığımız, oyunlarda da kullanıldığı vaki olan dünyadan kopuk köy, orada yaşayan farklı yaşam formları, yapılan insan kurban etme ayinleri ve buraya yolu düşen yabancıların başından geçen olaylar ekseninde geçiyor. Oyun boyunca köyde çekim yapmaya gelen televizyoncular, olayları araştırmaya gelen haberci gibi bir şekilde köye yolu düşen insanlardan oluşan geniş bir ekibi senaryonun akış sırasına göre yönetiyoruz. Bölümden bölüme farklı karakterleri yönetmek, karakterlerin birbirleriyle karşılaşmaları, ayrı düşmeleri, karakterler arası ilişkiler ağı oyuna tam bir dizi havası vermiş. Üzerine bölüm başlarında yayınlanan önceki bölümün tekrar videolarını ve bölüm sonlarında görülen sonraki bölüm fragmanlarını ekleyince oynarken kendimi bir dizinin bölümlerini peş peşe izlerken olduğu gibi hissettim. Ara videolar da özenle hazırlanmış. Oyunun bu özellikleri sinema severler için de cezbedici.
Oyun neredeyse tamamen karanlık bir atmosferde geçiyor. Korkunun en önemli unsuru olan karanlık iyi kullanılmış. Dağlık arazide ormanlar içerisinde yer alan gizemli köy, madenler çok güzel tasarlanmış. Yer yer kaplamalardaki düşük çözünürlük göze batıyor. Binalar senaryo olarak da Siren ile benzerlikler taşıyan Fatal Frame serisindekilere benziyor. Genel olarak mekan ve yaratık tasarımları bir korku oyunu için gayet uygun. Ekranda Silent Hill 4′dekine benzer bir karıncalanma efekti var. Oyunda diğer karakterlerin ve yaratıkların gözünden etrafı seyredebilmek gibi bir özelliğe sahibiz. Bu özelliği kullanırken ekran ikiye bölünüyor, karıncalanma daha da artıyor. Bu efektler verilmek istenen korku hissini kuvvetlendiriyor.
Çoğunluğu uzakdoğu ezgileri taşıyan müzikler ortamı tamamlıyor. Yaratık sesleri olması gerektiği gibi, insanı ürpertecek cinsten. Yağmur sesi gibi çevreden gelen sesler çok gerçekçi. Özellikle seslerin mekan değiştirdikçe uzaklığa göre değişmesi iyi ayarlanmış. Yağmur altında ilerlerken kapalı bir yere girince sesler gerçek hayatta olduğu gibi daha farklı duyuluyor. Sesler oyunun artı hanesine yazılması gereken önemli yönlerinden.



Oyunda üçüncü şahıs ve birinci şahıs görüş açısı arasında geçişler yapabiliyoruz. Kamera açıları bazı noktalarda yaratıklarla kapışırken sorun çıkarabiliyor. Onun dışında çok bir problem yok. Oyuna başlarken “easy” ve “normal” olmak üzere iki zorluk modu arasında seçim yapıyoruz. Normal modu yeterince zorlayıcı diyebilirim. Yakın dövüş silahları ve ateşli silahlardan oluşan birçok silah çeşidi var. Özellikle yakın dövüş için çok çeşitli silah mevcut; kazma, kürek, balta gibi her türlü ekipmanı silah olarak kullanabiliyoruz. Silahlar oyunda ilerleyebilmek için büyük gereklilik arz ediyor. Normal modda yaratıkları silah kullanmadan alt etmek imkansız gibi. Böyle durumlarda düşmanlara görünmeden sessizce ilerlemek, bazı noktalarda yaratıkların dikkatlerini dağıtıp bulundukları yerden ayrılmalarını sağlamak gerekiyor. Yapay zeka tatmin edici düzeyde. Yakın dövüşlerde oluşan ufak tefek sorunlar dışında oynanışta ahengi bozan herhangi bir problem yok.
Siren Blood Curse PS3′te yokluğu hissedilen korku oyunu türüne güzel bir örnek. Hele ki Silent Hill serisine de Amerikalı ekip el atıp tadını kaçırdıktan sonra önemli bir boşluğu dolduruyor. Uzakdoğulu yapımcılar gerek efektlerle gerek anlatım tarzıyla korku işinden anladıklarını kanıtlıyorlar. Yalnız oyun biraz kısa olmuş, tadı damağımda kaldı. Devamını şiddetle bekliyorum. Tüm PS3 sahiplerine, özellikle türü sevenlere tavsiye ederim.
Yorum Ekle

Resident Evil 5


Yapımcı : Capcom
Yayımcı : Capcom
Platform : XBOX 360


Resident Evil 4′ün çıkış tarihinden itibaren bu güne kadar gösterdiği başarı ve aldığı takdirin bir sonucu olarak tanımlayabileceğimiz Resident Evil 5′in demosu geçtiğimiz günlerde görücüye çıktı. 4. Oyundan aldıkları ilham ile geliştirilen ve serinin takipçilerini ‘acaba çok mu benzeyecek yoksa daha iyisi mi olacak?’ soruları arasında bırakan Capcom, bu seferlik paçayı yırttı gibi. Ama bir sonraki Resident Evil’da bu kadar kredileri bulunmayacak.
Sıcak ülkenin sıcak insanları
Seriden çok iyi tanıdığımız Chris Redfield’ın, orijinal Resident Evil’dan 10 sene sonra, Afrika’da meydana gelen olayları incelemesi için gönderildiği görevi konu alıyor yeni oyunumuz. Yanımızdaki melez hatun Sheva Alamora ile kendinden geçmiş ve öldürmeye programlanmış zombiler arasında, bize verilen tek görevi yerine getirmeye çalışıyoruz; Hayatta kalmak. Yalnız, Redfield’a sağlanan imkanlar ve metrekareye düşen zombi sayısını hesaba kattığımızda, işler tahmin ettiğimizden de zor ve karın ağrısı içinde gerçekleşiyor.


Evil 5, gerek kamera açısı, gerekse kontroller açısından abisi 4. oyun ile neredeyse aynı. Sizi hızlı bir şekilde aksiyona zorlasa da, alışık olan oyuncular ortama hemen uyum sağlayacaklardır. Yeni hikaye ile birlikte gelen yeni eklentiler ise ön yargı dolu takipçileri biraz sıkabilir. Öncelikle eşya (inventory) sistemi artık gerçek zamanlı işliyor. Serinin ayrılmaz bir parçası olan oyunu durdurup, karakter üzerindeki değişiklikleri yapma imkanı artık yok. Y tuşu ile ekrana gelen çantamızda, kullanmak istediğimizi seçiyoruz. Sırtımıza atlamaya hevesli onlarca zombi arasında bunu yapmak, göründüğü kadar kolay değil ne yazık ki,. Bunu kolaylaştıran etken ise D Pad’in hızlı silah/eşya seçimi için atanabiliyor olması. Yani ok tuşları ile çantamıza girmeden, istediklerimiz arasında geçiş yapabiliyoruz.
Silah kullanımı da aynı şekilde korunmuş. LT ile nişan alırken, RT ile ateş ediyor ve bir gözümüzü mermi sayısından hiç ayırmıyoruz. Çünkü şarjör değişimini unuttuğumuz anda, her taraftan zombi saldırısa uğramak mümkün. Hareket ederek ateş etme imkanı olmadığı için, bir parmağımızın, sırtımızdaki ufak(!) çakıyı sevgili zombilere sunan LB tuşunda olmasında da büyük fayda var. Bayılan veya sersemleyen zombileri ise son bir hamle ile yere sermek veya karınlarına vurduğumuz sağlam bir yumruk ile halletmek elimizde.
Capcom’un sunduğu bir diğer yenilik ise partnerimiz. Hikayeye nasıl dahil olduğunu şu an için bilmediğimiz Sheva Alamora, tüm oyun boyunca yanımızda bulunacak. Birçok oyunda göstermelik bulunan bu özellik, Resident Evil 5′de çok başarılı oturtulmuş. Alamora, sizinle gerçek zamanlı olarak mermi/sağlık paylaşıyor, yapmanız gereken şeyler için (şarjör değiştir gibi) sizi uyarabiliyor, ayrıca karakter kontrolünü kaybettiğinizde, sizi elinden geldiğince hızlı bir şekilde kurtarıyor. Tüm bu yapılanları, siz de aynı şekilde Sheva üzerinde uygulayabiliyorsunuz. Onu kurtarmak, mermi/sağlık paketi ya da silah paylaşmak elinizde. Yapay zekanın başarılı olarak işlediğini görsek de, Co-op’un verdiği tat başka tabii ki. O yüzden, imkanınız var ise Online Co-op, en azından Split Screen Offline Co-op oynamanızı öneririm. (Evet, hepsi demoda mevcut)
Teknik olarak ‘göz kamaştırıyor’ terimi sanırım en doğru seçim olacaktır. Özellikle ışıklandırmalardaki özen, Afrika’nın ölümcül sıcağını çok iyi hissettiriyor. Lost Planet ve Devil May Cry 4′de kullanılan grafik motorunun (MT Framework) nimetlerini sonuna kadar kullanıyor diyebilirim. Yalnız görseldeki özen, ne yazık ki animasyonlarda pek mevcut değil. Özellikle karakterlerin ölüm ve vurulduktan sonraki verdikleri tepkiler, 4. Oyundan birebir olarak alınmış. Havoc’un yapabileceklerini bildiğimiz için, Capcom bu sefer biraz kolaya kaçmış demek yanlış olmaz.

(Virüsün Yayılmasına Çok Az Kaldı)
Mart ayının ikinci haftasında PlayStation 3 ve Xbox 360 için piyasada olması beklenen Resident Evil, umarım demosundaki potansiyeli tüm oyun boyunca korur. Sunduğu Co-op imkanı ve 4. oyunun sorunsuz sisteminin biraz daha gelişmiş bir versiyonu olarak karşımıza çıkacak olması, beklentileri arttırmaya yererli. Ama giriş cümlesinde dediğimiz gibi, bu seferlik oldu sanki. Fakat bir sonrakinde bu kadar anlayışlı oyuncular bulabileceklerini sanmıyorum.